Dünyanın neresine giderseniz gidin, bazı tatlar vardır ki kokusuyla sizi anında memleketinize götürür. Siirt büryanı, işte öyle bir tattır. Tandırın karanlık gövdesinde, ateşin sabırla öptüğü kuzu eti… Kendi yağıyla ağır ağır pişerken, zamanın bile saygıyla durup izlediği bir manzaradır bu.
Bu, sadece bir yemek değil; yüzyıllardır süren bir ritüel, toprağın ve ateşin kurduğu eski bir ortaklıktır. Kuzu, daha dağların serin otlarında koşarken başlar bu hikâye. Sonra ustanın ellerinde, ateşin sabrında şekillenir. Her lokması, geçmişten geleceğe uzanan bir köprüdür.
Ben çocukken, tandırın başında beklemek bile başlı başına bir törendi. O anın sessizliğinde, taşların içine sinmiş duman bana dedemin öğütlerini, annemin sessiz sevgisini, komşuların birbirine ikram ettiği ekmeği hatırlatırdı. Büryan, yalnızca doymanın değil, bir kimliğin, bir kültürün en sıcak ifadesiydi.
Bugün dünya hızla değişiyor. Şefler, teknikler, sunumlar farklılaşıyor. Ama büryanın özündeki hikâye hâlâ aynı: Ateş, sabır ve kuzu eti… Yarın bu geleneği gören çocuklar, sadece bir yemek değil, bir şehri, bir kültürü miras alacak.
Siirt büryanı, tandırın alevinde pişmiş bir şehir hikâyesidir. Ateşi söndürmezsek, bu hikâye geleceğe de aynı sıcaklıkla taşınacaktır.


Siirt’in gururu, marifetli ustam, yürekten tebrik ediyorum.