İnsanın insan kılan değerlerin yok olmasının yanı sıra şöhretin, makamın ve zenginliğin değer ölçüsü kabul edildiği toplumlar çürümüş toplumlardır.
Toplumun temel ahlaki ve etik değerleri yerine yeni normlar ikame edildi. Fertler arası ilişkiler salt çıkar endeksli hale geldi.
Bu yeni normlar uğruna her türlü ahlaksızlık, yalan, hile, hırsızlık ve yolsuzluğun mübah görüldüğü, güce tapıcılığın zirve yaptığı, insan yaşamının ve insan onurunun sıfırlandığı bir düzen oluştu.
Genel manada çürüme tepeden halka iniyor. Önce kurumlar çözülüp dağıtıldı. Osmanlı’dan bu yana güçlü bir geleneğe sahip olan devletin bütün kurumları tek merkezde toplayarak işlevsiz hale getirildi. Yargı ve yasama da tek merkezde toplandığı için denge ve denetim mekanizması yok edildi.
İnsanlarımız kendilerini bağlayan ahlaki değerlerden, toplumsal normlardan, adalet duygusundan ve bizi biz yapan ne varsa hepsinden koparıldı.
Emeğin değersizleştiği, hayati olan her şeyin ticarileştiği bir düzen inşa edildi.
Kamu gücü kişisel çıkara tahvil edilerek kurumlar çürümüşlüğe terk edildi.
Adaletin terazisi bozulduğunda, hak yerini imtiyaza, torpile bırakır; bilgi geçer akçe olmaktan çıkar.
Doğal olarak çürüme, toplumun genel refah düzeyini düşürür, uzun vadede ekonomik, siyasi ve kültürel sorunlara yol açar.
Ayrıca halka güvensizlik ve yoksulluk olarak yansır.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik, zengin ile fakir arasındaki uçurumu derinleştirir. Orta sınıf yok olur. Toplum zenginler ve yoksullar olarak cepheleşir. Toplumsal huzursuzluk baş gösterir.
Ekonomik eşitsizlik toplumsal çürümenin ana sebeplerindendir. Fırsat eşitsizliğinin artmasını ve insanların umutsuzluğa kapılmasına neden olur.
Yolsuzluğun norm haline gelmesi toplumsal çürümenin sonucudur. Yolsuzluk, halkın geleceğinin çalınmasıdır. Adaletin, umudun ve liyakatin gaspıdır.
Gençlerin geleceği, umutları ve hayalleri çalındığı içindir ki imkanı olan yurtdışına çıkıyor. Yaşanan beyin göçünün nedeni de çürümüşlük. Cumhuriyet tarihinde ilk kez genç kuşaklar kendinden önceki kuşaktan daha az fırsat eşitliğine sahip.
Eğitimden sağlığa ve yargıya uzanan liyakatsizlik ve bilim dışılık yıkıcı sonuçlara neden olur. Denetimsizlik ve cezasızlık boşluklar doğurur; O boşluklar suç çeteleri tarafından doldurulur.
Cezasızlık politikası toplumda sahtecilik, dolandırıcılık, adamını bulma, torpil ve görevi kötüye kullanmayı anormal boyutlarda yaygınlaştırıyor.
Son yıllarda çetelerin devlet yetkililerinin e- imzalarını kullanarak para karşılığı unvanlar dağıtıp, birilerin sınıf atlama ve rant sağlamasının yolunu açtıkları görülüyor. Esasen yaptıkları şey kamu kurumlarının bilgisayar sistemlerine sızmak ve buradaki resmi devlet kayıtlarını değiştirmek veya sıfırdan hayali kayıtlar eklemek ve yaptıklarını pazarlayarak ticari kazanca dönüştürmek. Bu da gösteriyor ki yeni nesil çeteler geleneksel yöntemler yerine daha sofistike ve dijital yöntemlerle çalışıyorlar.
Yüzlerce akademik unvan, binlerce üniversite diploması dağıtıldığı şeklindeki skandal haberler çürümüşlüğün boyutunu gösterir nitelikte. Dahası sahte İnşaat Mühendisliği diplomasıyla 3 adet baraj inşa edildiği haberleri medyada yer alırken bu konuda henüz bir yalanlama gelmemesi dikkat çekici. Liseye hiç gitmemiş insanlara da mezuniyet belgesi düzenlenmiş. Bu çetelerin Milli Eğitim Bakanlığı ve 6 üniversite ile ÖSYM’nin bilgisayarlarına sızdığı bilgisi paylaşıldı.
Sahte akademik unvan, sahte diploma, sahte vatandaşlık dağıtanlar kadar, profesör, doçent, mühendis ve avukat olmaya heves eden ama puanı tutmadığı için parayı bastırıp alan insanların ahlaki durumları da sorgulanmalı. Binlerce kişinin hakkını gasp etmişler, haram parayla haram maaş almışlar.
Sahte diploma ve sahte unvan alanlar arasında bazı siyasilerin de bulunduğu iddiaları var. Bu tablo içinde trajikomik olan diploma satın almak isterken parasını kaptıranların hakkını araması.
Kişinin kendi çıkarını ne olursa olsun diğer insanların çıkarlarından daha üstün tutmaya çalışması ahlaki yozlaşmanın sonucudur.
İktidar yandaşlığı, çalışarak hakkı ile sınavlardan başarı elde edenlerin önüne sahte diplomalıların almasına göz yumulmasını sağladı.
Ülkede adeta sahte diploma endüstrisi kurulmuş. Ve çürüme kendi doğalını da yaratmış. Bu doğallığın içinde siyasetle anlaşarak zengin olma da var.
Gerçek diplomalar ve sertifikalar da tartışmalı hale geldi. İş görüşmelerinde şüpheyle bakılabilir.
Uluslararası Yolsuzluk Algı İndeksi’nde Türkiye, 2012 yılında 49 puanla 54. Sırada yer alıyordu. 2024 sonunda 34 puana ve 115. Sıraya düşmesi bu çürümüşlüğü doğrulamaktadır.
Çürümüşlüğü Platon, adaletsizliğin ve yoksulluğa bağlarken; Nietzsche, Modern toplumun ahlaki değerlerin zayıflaması olarak yorumlar. Karl Marx ise kapitalizmin doğasından kaynaklandığını savunur.
Yaşamımızın her alanında çürümeye tanıklık ediyoruz; iktidar partisi belediyelerin yolsuzluk dosyalarının göz ardı edilmesi, adrese teslim ihaleler, trafikte birbirimize olan saygısızca tavırlar, kadın cinayetleri, aile içi şiddet ve çocuk istismarları örnek gösterilebilir.
Ve en acısı dinin araçsallaştırılmasıdır ki bunun son örneği Diyanet İşleri Başkanlığın “kopya veya torpille girilen işten elde edilen kazanç, heladır” şeklinde utandıran bir fetva vermesi. Bu açıkça kötülüğün sıradanlaşmasıdır.
Bütün bu çürümüşlükler gözler önüne serilirken tek bir siyasi isim, genel müdür düzeyinde tek bir sorumlu; bırakın yargılanmayı görevinden alındı mı? Ve bütün bunlar olurken devlet neredeydi?
Son olarak yeniden kuvvetler ayrılığı sağlanmadan, hukukun üstünlüğü tesis edilmeden, mülakat sistemi yerine liyakat sistemi geçilmeden yolsuzlukla, çetelerle mücadele sağlanamaz. Kurumlar yeniden güçlendirilip bağımsızlaştırılmalı. Yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti yeniden tesis edilmeli.

