MERHUM BABAMIN ARKADAŞI KÂMURAN İNAN ÜZERİNDEN BANA VERDİĞİ SIKI DERS
1982 yılının yazı. İstanbul Çapa Dişhekimliği Fakültesinden mezuniyetimize daha birkaç ay var. Son stajlarımızı yapıyoruz. 150 yerli ve 50 yabancı uyruklu dönem arkadaşlarımla birlikte 5 yıl sonunda firesiz mezun 100 kişiyiz. Herkes bir hedef seçecek kendisine. Erkeklerin çoğu askere gidecek, döndüğünde de muayenehane açmanın peşinde koşacak, bir kısmı kamuda çalışacak, çok az bölümü yurt dışına gidecek, sonuncu grup da fakültede asistan kalma ve akademik hayata atılmanın yollarını arayacaktı. Kız arkadaşlarımızın askerlik engeli olmaması, mesleki hayata bizden önce atılmaları kesin ama vatani görevlerimizde revirlerde mesleki pratiği iyi yapabilmemiz dönüşte bize büyük avantajlar sağlıyordu.

İşte o yıl fakültenin her bilim dalının kadrolu, kadrosuz yaklaşık 8-10 mezun dişhekimine ihtiyacı olduğunu tahmin ediyorduk. Henüz tıptaki TUS, bizdeki DUS diye doktora öğrencisi, araştırma görevlisi, asistan sınavları yoktu. Önce diploma notumuza, akabinde bilim ve yabancı dil sınav notlarımıza bakılacaktı. Ancak işin savsaklandığı, ahbap çavuş, torpil işlerinin devreye girdiğini biliyorduk. Mesela, tedavi dalındaki doçentin nişanlısı veya bir başkasının eşi cerrahide, protez asistanının evleneceği kızın ya da eşinin periodontolojide asistan kadrosuna alındığını görüyorduk. Böyle vakalar çoktu. Sınırsızdı. Sınavı hakkıyla başaranların az olduğunu, hocaların ilk sınıflardan itibaren takip ettiği öğrenciler için tercih kullanmaları bir yana, siyaset kurumunun devreye girip iş becerdiğini de duyuyorduk. Hastalarını sadece 03-13 yaşlarındaki çocuklardan seçen diş tedavi bilim dalı “pedodonti” kürsüsüne hocanın beni almak için temas ettiğini, ancak çocuklarla yaşam boyu uğraşamayacağımı ifade ederek ondan âdeta kaçtığımı net hatırlıyorum.
Hoş, güzel bir sohbet ortamında en baba kürsü olan ortodontiye beni alıp alamayacağını sordum diğer hocamıza. Cevabı şuydu:
“Not ortalaması 96 olan 3 lisan bilen, kolej mezunu bir kızı alacağız. İsmini sorma bana. Zorlanmaz ama gerekirse bilim ve dil sınavında yardım bile edeceğiz. Geriye 1 erkek kadrosu kalıyor. Varsa torpilin git getir alalım.” diyordu gülerek. “Ancak mebus torpili yetmez, ya Bakan ya da Başbakan referanslı geleceksin.” demişti.

Akşam meseleyi biraz da gırgırına babama açtım. Babamın ders gibi sözleri şöyleydi:
“Oğlum Devlet Bakanı arkadaşım, hemşehrimiz Kâmuran İnan’a güveniyorsan bunu hemen çıkar aklından. Ne ben bu iltimas, torpil işine girerim, kendimi kırıp yanına giderim, ne de tanıdığım o adam bu alengirli, fırıldak işe girer.” Çocuksu hevesim başlamadan bitivermişti.
Sonuç ne mi oldu? Not ortalaması en önlerde olan, fakülteyi ilk 10 sırada bitirenlerden sadece 1 kişi alınıyor. Diğer kadrolara da sözünü başta ettiğim o bildik yöntemlerle, başka kıstaslarla, bizim başarı düzeyimizde hatta altında olan 5-6 arkadaşımız, meslektaşımız daha seçiliyordu.





