Türkiye’de Sanatın İfşası: İfsat Projeleri, Siyasi Körlük ve Kültürel Direniş
Son dönemde ülkemizde sanat, sinema, tiyatro ve görsel medya alanlarında, toplumsal değerlere yön verme potansiyeli taşıyan mecraların, maalesef “enkaz ve ifsat projelerine” hizmet ettiğine tanık olmaktayız. İletişim, görsel medya ve dizi filmler üzerinden yürütülen bu faaliyetler, milli ve manevi değerlerden kopuk, arka planında finansal ve ideolojik desteklerle beslenen bir yapıya işaret etmektedir. Bu makale, Türkiye sanat camiasının ideolojik kamplaşmasını, iktidar cenahındaki “sanatsal boşluğu” ve Batı’dan/Siyonizmden beslendiği yapımların toplumsal tahribatından bahsedecem.
1. Sanatçı Figürü ve İdeolojik Kamplaşma
Türkiye’deki sanatçılar, cımbızla sayılabilecek milliyetçi/muhafazakar isimler dışında, çoğunlukla sol, Kemalizm, seküler ve hatta “eşcinsel/Yahudi uzantılı” olduğu iddia edilen bir eksende toplanmıştır. Bu grupların kontrolündeki yapım şirketleri, oyuncular ve tiyatro merkezleri, toplumsal değerlerle alakasız senaryoları dayatmaktadır. Özellikle dizilerin senaryolarında, reyting kaygısıyla dahi olsa, “LGBTİ temaların” işlenme şartı arandığı iddia edilmektedir.
2. Medya Politikaları ve Toplum Mühendisliği
Son yirmi yılda, Türk toplumu başlangıçta Kurtlar Vadisi gibi mafya temalı yapımlarla, ardından polis, asker ve terör eksenli dizilerle kamplaştırılmıştır. Son yıllarda ise TRT ve bazı yandaş kanalların yayın politikası, Osmanlı temalı hamaset içerikleriyle halkı, siyasi iktidarın çıkarlarına göre yönlendirilmiştir. Bu durum, dizilerden etkilenen bir topluluğun meydana gelmesine neden olmuştur.
Öte yandan, Mesut Uçakan ve Yücel Çakmaklı gibi İslami camianın kıymetli yönetmenleri ile Ömer Karaoğlu, Mustafa Cihat gibi isimlerin sanat alanında ilerleme kaydedememesi, büyük bir boşluk yaratmıştır. Müslüman camianın iktidar döneminde sanatsal üretimde geri kalması, “kireçli suya inanıp süt zannetme” metaforuyla açıklanabilir , İslam’ın ilk dönemindeki (Mekke) zulüm ve ezanın, sanatsal üretimi canlandıracak ilhamı artık alamıyoruz. Rehavetimiz artık bizleri sizleri gaflete koymuş gafil gafil gezinmekteyiz.
3. Kültür Bakanlığı ve Hamaset Projeleri
Kültür Bakanlığı’nın milli ve manevi projelere eğilimli olmadığı, yaptığı birkaç projenin ise (Ertuğrul, Osmanlı, Selahattin Eyyubi vb.) yalnızca hamaset ve günü kurtarma amaçlı olduğunu görüyoruz. Kültür yolu festivallerinde hiç bir gurme, chef, infuencer gündemi değerlendirdime yapmıyor. Siyasal olarak politik davranıyorlar. Bu projeler, gündemi sıcak tutma eyleminin görsel bir versiyonu olarak görülmektedir. Asıl mesele, 1970’lerden bu yana çıplaklık ve milli değerlerden koparma üzerine kurulu yapımların aile ve gelecek nesiller üzerindeki yıkıcı etkisinden başka diyecek bir şey yoktur.
4. İktidarın İdeolojik Çelişkisi ve Medya Kontrolü
2000 sonrası yükselen muhafazakar/siyasal İslam’ın iktidarında, İslami argümanların buharlaştığı ve sistemin çarkları içerisinde sarhoş edildiğini görüyoruz. Hükümetin, AB uyum süreci ve kadın/aile politikaları çerçevesinde Batı’dan gelen yasaları uyguladığını görüyoruz.
Senaryo yazarlarının ahlaki beyanları eleştirilirken, hükümete yakın olan (Show TV, Demirören Grubu, Turkuaz Medya) kanalların gündüz başka, akşam başka yayın politikaları sergilemesi, “hükümetin kendi medyası üzerindeki kontrolsüzlüğü” olarak değerlendirilmesi gerekmiyor mu?
5. Siyonizm ve Küresel Sanat Karşıtlığı
Siyonizm, yalnızca İsrail’deki zulümle sınırlı kalmayıp, ekonomiden sanata, siyasetten petrole kadar küresel ideolojik bir mikrop olarak karşımızda duruyor,Buna karşılık, Avrupa ve Hollywood’daki vicdanlı sanatçıların, Filistin davasına bizden daha organize ve samimi bir şekilde destek verdiği, soykırıma karşı konserler düzenlediğini, protesto ve boykotlar ile siyonizmin canımı acıtıyorlar.
Türkiye’deki sanatçıların ise (CHP’li veya AKP’li fark etmeksizin) sadece Gezi olayları veya 15 Temmuz gibi siyasi konjonktürlere göre sahaya inebildiği, sanatı evrensel değerlerden ve mağdurun yanında durmaktan uzaklaştırdığını görüyoruz. Sanatın çirkeflikle, şiddetle veya terörizmle alakasız olduğu; aksine direnişin, özgürlüğün ve hürriyetin temsilcisi olması gerektiği anlamamız gerekiyor
6. Mardin-Kudüs İlişkisi ve Dizi Tepkisi
Mardin ve Kudüs şehirlerinin mimari, tarihi ve dini açıdan benzerliklerine dikkat edilirse, Mardin’de çekilen güncel dizilerin bu kadim kültürü ve aile yapısını yozlaştırdığı iddia ediyoruz. Özellikle bir dizide Filistin temalı kıyafetlerin atılması ve Kudüs hassasiyetine rağmen bu yayınlara müdahale edilmemesi bir siyasi körlüktür.
RTÜK ve hükümet yetkililerine sesleniyoruz. İslami camianın eleştirilerinin dikkate alınması gerekmezmi, nasıl ki siyasi yayınlara müdahale edilebiliyorsa, lgbti ve sapkın içerik barındıran bu dizilere de gereken müdahalenin yapılması gerektiğini belirtelim.
Türkiye’deki sanat ve medya sektörü, ulusal ve manevi değerleri savunan bir perspektiften bakıldığında büyük bir buhran içerisindedir. Medeniyetimizin ve aile yapımızın köklerini yerden yere vuran, yeni nesli yanlış yönlendiren bu yayın politikaları, iktidarın kendi değer yargılarıyla çeliştiği bir tablo çizmektedir.
Bu zorbalığa ve yozlaşmaya karşı Allah’ın vaadiyle birleşen bir direnişin sonunun yaklaştığına olan inancı kuvvetle dile getirmektedir. Filistin ve Gazze’deki onurlu duruşa destek veren küresel vicdan hareketleri, artık “kum saatinin tersine döndüğünün” bir işaretidir. Sonuç olarak, haksızlığa karşı durmanın ve mücadeleyi sürdürmenin, dünya için daha huzurlu bir geleceği getireceği inancndayız.




