MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 tarihinde TBMM’nin açılış töreninde yanına Efkan Ala’yı da alarak DEM Parti sıralarına gidip yöneticileriyle tokalaşması ve bunu “Yeni döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diyerek adı konulmamış bir “süreç” başlatmasının hikmeti şimdi daha iyi anlaşılıyor. Öcalan’ın devreye girmesini istemesi ise konunun devlet katında karara bağlandığının göstergesidir.
Çözümün parçası olma ve çözüme katkı sunma adına Barış Vakfı 7 Aralık 2024 tarihinde İstanbul’da “Geçmişin Tecrübesiyle Geleceğe Odaklanmak Çalıştayı” konulu bir toplantı düzenledi.
Çalıştaya toplumun tüm renklerinin katılım sağlaması önemliydi.
Ağırlıklı olarak Kürt sorununun tartışıldığı çalıştayda çözümün odak noktasının Rojava olacağı hususu dile getirildi.
Konuşmacılardan Ertan Aksoy’un; “Kürt hareketi dışındaki oluşumlar Kürt sorununu gündeme getirmemektedirler” ifadesi ile “Aksanlı konuşan insanlara suçlu rolü biçiliyor” tespiti bir gerçeğin ifadesiydi.
Mesut Yeğen ise; Rojava konusunun Öcalan’ın özgürlüğü ve silahsızlanmadan daha zor olduğunu dile getirdi.
Levent Korkut, halk desteğinin önemine vurgu yaparak konunun daha çok Suriye üzerinden şekilleneceğini belirtti ve iktidara yönelik bir kaygının olduğu dile getirdi.
Çalıştaydan bir gün sonra Şam muhaliflerin eline geçti. Esad ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Tarih, zalimlere uzun ömür bahşetmez gerçeği bir kez daha tecelli etti.
Yeni Suriye’nin geleceği Kürtlerin geleceği ile doğrudan irtibatlıdır.
Orta Doğu’nun büyük kurbanları olan Kürtler, yıllarca Baas rejimi altında zulme maruz kaldılar.
Baas iktidarında Kürt köylerine Araplar yerleştirilerek bölgenin demografisi değiştirildi. 1962 yılında Cizire’de resmi rakamlara göre 120 bin, Kürtlere göre ise 300 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. Bunların çoğu büyük mülk sahipleriydi. Tüm Kürtlerin 1945’ten önce Suriye’de yaşadıklarını ispat zorunluluğu getirildi, –ki, doğum belgelerinin verilmediği bir yerde bu adeta imkansızdı.
Kürtlere, Arap olmadıklarını belirten beyaz bir belge verildi. Bunlara ecanib ve daha alt grubu olarak maktumin (kayıtsızlar) denildi. 2012 Arap Baharına kadar bu insanlar her türlü haklardan mahrum olarak yaşadı.
Suriye’de yaşayan Ermeniler, Çerkezler ve Süryaniler kendi dillerinde özel okul açma imkanlarına sahipken, Kürtlere böyle bir imkân da tanınmadı.
11 Kasım 1986’da Haseke Valiliği tarafından yayınlanan bir kararnameyle, iş yerlerinde Kürtçenin kullanılması yasaklandı. Benzer şekilde, 1988’de çıkartılan bir genelgede düğün ve festivallerde Arapça dışındaki dillerde şarkı söylenmesi yasaklandı. 1992’de çocukların isimlerinin Kürtçe kaydedilmesi yasaklandı.
Sanırım bu uygulama bize çok tanıdık geldi.
Türkiye, öteden beri Kürtlerin bir bölgedeki kazanımlarını, hızla diğer parçaları da etkileyeceğini hesaplıyor olmalı ki, sürekli Kuzey Suriye’deki özerk yapının lağvedilmesini dillendiriyor.
Dışarıda edinilecek her “statü”nün içeriye yansımaları Ankara’yı tedirgin ediyor.
Kuzey Suriye’de (Rojava) PYD/YPG’nin güçlü bir hakimiyeti vardır. ABD’nin himayesindeki bu bölge diğer bölgelere göre daha istikrarlıdır. Petrol, doğal gazın yüzde 40’ı ve barajlar bu bölgede bulunuyor.
Suriye’de Esat’ın yenilmesinin ardından başlayan kaotik geçiş döneminde istikrarın kolay sağlanabileceği düşünülmemeli. Batı’nın desteğiyle yönetimi geçici olarak üstlenen HTŞ’nin nasıl bir yönetim modeli oluşturacağı meçhul.
HTŞ’nin söylemleri önceden dikkatle düşünülmüş hazırlanmış görünüyor. Kürtlere, Hıristiyanlara ve Dürzilere yönelik ılımlı mesajları sahadaki pratikle uyuşmamaktadır. Bu yüzden de “Taliban gibi olmayacağız”, “kız çocukların okumalarına izin vereceklerini açıklaması şüpheyle karşılandı.
Meşruiyet krizini aşmak, terör örgütü listesinden çıkmak için ılımlı mesajlar vermek zorundalar.
Ne var ki, gücünü tahkim ettikçe canavara dönüşme potansiyeline sahip bir örgüt HTŞ.
Suriye’de yaşayan tüm halkların eşit statüde katılım sağlayacağı bir siyasal düzen inşa edebilir mi?
Tüm etnik, dinsel ve mezhepsel aidiyetler yeni anayasada eşit haklara sahip olabilecekler mi, gibi soruların cevabını zamanla öğreneceğiz.
Esasen HTŞ gibi bünyesinde 36 ayrı radikal örgütün bulunduğu bir yapıdan demokratik bir sistem beklentisi gerçekçi değil.
Bu yapıların çoğu, dış aktörlerle kurdukları patronaj ilişkileriyle varlıklarını sürdürüyorlar.
Medyaya yansıdığı kadarıyla yapılan atamalar rejimin nereye evrileceği hususunda ipuçları veriyor; Sukur el Şam’ın lideri Ebu İsa el Şeyh, idlib valiliğine; Ahrar el Şam’ın lideri Hasan Sufyan, Lazkiye Valiliğine; Cephet el Şamiyye’nin komutanı Azzam Garib ise Halep Valiliğine atandı. HTŞ Şûra Meclisinden Esad Hasan el-Şeybani de Dışişleri Bakanı oldu. Adeta bir koalisyon.
Bu atamalar, HTŞ’nin Suriye’yi yönetecek kadrolara sahip olmadığını gösteriyor.
Tüm silahlı grupları bünyesine toplayacağı söylenen Savunma Bakanlığı’na HTŞ’nin üst düzey komutanlarından Hamalı Merhef Ebu Kasra atandı. Ebu Kasra verdiği ilk mesajında Fırat’ın doğusunu hedef aldı. Federalizm veya benzeri bir sistemi kabul etmeyeceklerini açıkladı.
ABD’nin olası yaptırımlarını hesaplayan Türkiye’nin, Rojava’nın statüsünün ortadan kaldırılması görevini HTŞ’ye havale ettiği, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın söylemlerinden anlaşılıyor.
HTŞ, ABD’ye rağmen SDG’yle savaşı göze alır mı?
Uzmanlar SDG’nin HTŞ’den çok daha güçlü ve donanımlı olduğunu belirtiyor.
ABD’ni Rojava’daki asker sayısını 900’den 2000’e çıkarması bir anlam ifade ediyor olsa gerek.
Rojava’daki gelişmelere paralel olarak DEM’lilerin Öcalan ile yapacağı görüşme izni sürüncemede bırakılıyor. Öcalan’ın yapacağı açıklama üzerinde hâlâ çalışılıyor olması yüzünden geciktiriliyor olabilir de.
Görüşmenin Kuzey Suriye üzerinden şekillendiği kesinlik kazanmış gibi.
Öcalan’ın mevcut şartlarda yol açıcılık anlamında ne söyleyebileceğini kestirmek zor. Sahadaki Kürt aktörlerle görüşmeden nasıl bir çözüm önerebilir?
Her halükârda bir görüşmenin gerçekleşmesi çözüm ve barış umutlarını yeşertebilir.
Rojava adeta “iç sorun”a dönüşmüş durumda. Uluslararası boyutu olan bir sorun.
Suriye’de Kürtlerin birlikte hareket etmemesi bir handikap. Kürt ulusal Konseyi (ENKS) PYD ile mesafeli. ENKS Federal bir sistemi savunurken PYD buna karşı.
Şeyh Mürşid Xaznevi’nin devreye girmesi olumlu sonuçlanırsa Türkiye’nin güvenlik kaygılarını kısmen giderebileceği gibi Şam’la daha güçlü bir şekilde masaya oturulabilir.
SDG’nin açıklamalarından Şam’dan henüz bir davet gelmediği anlaşılıyor.
Bugünkü Suriye etnik ve mezhepsel olarak kırılgan fay hatları üzerine inşa edilmiş.
Doğru yönetilmeyen değişim süreçleri, yeni ve daha büyük kaosa dönüşürse, otoriter dönemin istikrarı aranır hale gelebilir.
Türkiye elini çabuk tuttu ve önce MİT Başkanı İbrahim Kalın, akabinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Colani’yle oldukça samimi pozlar verdiler. Türkiye’nin yeni Suriye beklentisini gündeme getirdikleri tahmin ediliyor ki, bunların başında Yeni Suriye’de SDG’ye yer olmaması gerektiğidir. Colani’de Fidan’la yaptıkları ortak basın açıklamasında “Gerek bizim kontrolümüzdeki gerek PKK/YPG’nin kontrolündeki bölgelerde, hiçbir grubun elinde silah bulunmasını kabul etmemiz mümkün değil” dedi.
Bu söylemlerin pratikteki yansımalarını zamanla öğreneceğiz.
HTŞ’nin meşrulaştırılması işini de Türkiye üstlenmiş görünüyor.
Türkiye Suriye Kürtleri ile rasyonel ilişki geliştirmesi durumunda hem Suriye’nin geleceğinde daha etkin rol üstlenebilir hem de Kürt sorununun çözümü kolaylaşır. Irak Kürdistan Bölgesi ile geliştirilen bir ilişkinin benzeri Suriye Kürtleri ile de kurulabilir.
Suriye’deki gelişmeler doğru yönetilirse tüm halklar için kazanıma dönüşebilir.
NOT: Baas iktidarı ile ilgili bölümde Thomas Schmidinger’in Suriye Kürdistanı’nda Savaş ve Devrim isimli kitabından yararlandım.