Tarih: 16 Ekim 1945 Salı…
Yer: Ulus’ta Anafartalar Caddesi üzerindeki Himaye-ı Etfal Apartmanı.
Koridora açılan 5 numaralı odanın girişinde bir tabela : “Doktor Neşet Naci Arzan Muayenehanesi”
Saat 19:00’da spor ceket giymiş gözlüklü bir genç, Himaye-ı Etfal Apartmanı’nın üçüncü katına çıkar ve üzerinde “Dr. Neşet Naci Arzan” yazılı 5 numaranın zilini çalar. Muayenehanede hizmetçi Sultan, Yargıtay üyesi Faiz Yürükoğlu ve Maliye Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü’nden Celadet Conk bulunmaktadır.
Neşet Naci Bey hastayı muayene odasına aldıktan on dakika sonra doktorun odadan koşarak kaçtığı görülür, peşinde de katil. Misafirler korkup kaçarken hizmetçi Sultan katile engel olmaya çalışır. Katil doktora yetişip yedi el ateş eder. Doktor oracıkta vefat eder.
1940’lar Türkiye’sini derinden sarsan, hala tam manasıyla aydınlatılamamış (faili meçhul) derin devlet kokusu yayan o meşhur Ankara cinayeti.
Bir gün sonra… 17 Ekim 1945 Çarşamba. Anafartalar Emniyet Amirliğine Reşit Mercan isimli bir genç girer ve cinayeti üstlenir. Gerekçe olarak da “Verem hastasıyım.” der ve kendisini Sanatoryum Hastanesine yatırmayı reddettiği için doktoru öldürdüğünü ileri sürer.
Ancak yapılan incelemede Mercan’ın verem olmadığı anlaşılır.
Savcılık ve Ankara Emniyeti, Reşit Mercan ile Haşmet Orbay’ın birlikte yaşadığını tespit eder. Haşmet Orbay nüfuzlu bir ailenin oğludur. Babası Kazım Orbay Genelkurmay Başkanıdır. Annesi Mediha Hanım, Enver Paşa’nın kız kardeşidir. Kendisi ise Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın özel kalem müdürüdür. Kadrosu olmasına rağmen işe gitmediği, yalnızca aybaşı maaşını aldığı ortaya çıkar.
Yıllar sonra açıklanacağı üzere, o yıllarda MİT için de çalışır. Bu cinayette dikkat çeken ise maktul Dr. Naci’nin Sovyetler Birliği Büyükelçiliğinin doktoru olmasıdır.
Derinleşen soruşmada cinayette kullanılan silahın kılıfı, Orbay’ın Valilikteki odasında bulunur. Orbay’ın cinayette parmağı olup almadığı sorgulanmaya başlar. Ayrıca cinayetin ardından Mercan’ın Vali Tandoğan ile görüşmesi kafalarda soru işareti yaratır. Oklar Orbay’a yönelir ve cinayetle ilişkisi sorgulanır.
18 Ekim 1945’teki ilk duruşmada Reşit, silahı Haşmet aracılığıyla temin ettiğini söylemişti. Reşit cinayeti işledikten sonra Haşmet’in evine gittiğini söyler ancak Haşmet, polis ifadesinde Reşit’i bir haftadır görmediğini söyler.
Duruşmadaki çelişkili ifadeleri kuşkuları artırır.
24 Ekim günü yapılan duruşmada iddia makamına Ankara Savcısı Kemal Bora atanır.
Savcı Kemal Bora, Orbay’ın da mahkemeyi yanıltmak, yataklık ve ruhsatsız tabanca bulundurmak suçlarından tutuklanmasını talep eder.
Orbay ve Mercan’ın davaları ağır ceza mahkemesinde birleştirilir.
Duruşmalara halkın ilgisi yoğundur. Dava boyunca Anafartalar ve Denizciler Caddesi mahşer kalabalığını andırır.
13 Kasım 1945 günü duruşma sonuçlanır. Reşit Mercan 20 yıl, Haşmet Orbay ise 1 yıl hapis cezası alır.
Halk “arkası kuvvetli” olduğu için Haşmet’in az ceza aldığına inanıyordu.
Her şeyden önce duruşmalarda savcının ve mahkeme başkanının Haşmet’i kollayıcı tavırları dikkatlerden kaçmamıştı. Bazı tanıklar dinlenmemişti. Olay yerine ilk giden Dr. Fahri Ecevit’in (Bülent Ecevit’in babası) yerde gördüğünü söylediği patlamamış mermi örneğinde oluğu gibi bazı deliller yok edilmişti.
Basına göre de asıl katil Haşmet Orbay’dı. Suç arkadaşına yıkılmıştı. Vali Tandoğan’ın, makamında ‘katil zanlısı’ ile baş başa görüşme yaptığını gazeteciler ortaya çıkardı.
Karar Yargıtay’dan döndü ve hakimlerin etki altında kalmaması için dava Bolu’ya alındı.
Burada Başsavcı Fahrettin Karaoğlan olağanüstü bir çaba sarf eder. Bu çaba sonucunda sanıklar Bolu Cezaevine, dava dosyası da davaya yeniden başlanılması için Bolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilir. Beş ay sonra yapılan duruşmada Reşit Mercan itiraflarda bulunur. Cinayeti, arkadaşı Haşmet Orbay’ın işlediğini, Vali Tandoğan’ın kendisine “Eğer kabul etmez, davayı karıştırmak istersen biz başka türlü de hareket etmesini biliriz. Seni öldürür ve doktorun katili intihar etti, diye rapor verdiririz. Şimdi daha iyi anladığını zannederim” dediğini, Emniyet müdürü Naci Uluer’in “Sen polisi bilmezsin… Eğer kalleşlik yapıp adliyede ifade değiştirirsen, bir bahane bulup seni buraya getiririm. Pencereden atar ve arkandan birkaç kurşun sıkarız… Sonra kaçarken vurduk deriz” diye tehdit ettiğini ifade eder.
Hakikatin ortaya çıkması için de Vali Tandoğan’ın dinlenmesini talep etti. 8 Temmuz’daki duruşmada Ankara Valisi Nevzat Tandoğan dinlendi. İddiaları reddetti. Ancak mahkemedeki en önemli gelişme, Anafartalar Karakolu Komiseri İhsan’ın, Reşit’in teslim olduktan sonra Vali’yle baş başa görüştüğüne ilişkin açıklamasıydı. Reşit de bu görüşmeyi doğruladı. Valide görüşmeyi kabul etmek zorunda kaldı.
Kendisinin azarlanarak sorgulandığını iddia edip hâkimi de Adalet Bakanlığına şikâyet etti.
Vali Nevzat Tandoğan, duruşmadan bir gün sonra 9 Temmuz 1946 sabahı Ankara’daki evinde intihar etti.
‘Demir Yumruk’ lakaplı Tandoğan, Ankara’da 17 yıl Valilik ve Belediye Başkanlığı yapan, “Bu ülkeye komünizm lazımsa, onu da biz getiririz” diyen ve Aşık Veysel’i “pejmürde kıyafetli” gerekçesiyle Ulus’a sokmayan güçlü bir isimdi.
Vali’nin ölümünün intihar mı cinayet mi olduğu hala bilinmiyor. Cenaze otopsi yapılmadan defnedildi. Kurşun çıkarıldı ama balistik muayenesine gerek görülmedi. Esasen Nevzat Tandoğan gibi birinin intihar gibi bir zaafa sürüklenmesi pek de kolay açıklanamaz.
Bu arada davanın Bolu’ya naklini sağlayan cesur hukukçu Yargıtay Başsavcısı Fahrettin Karaoğlan gittiği bir yemek sonrası aniden ölüyor. Halk bunun da normal bir ölüm olmadığını düşünüyor.
30 Temmuz’da genelkurmay Başkanı Kazım Orbay istifa etti.
Bolu’daki mahkeme olayın karmaşıklığını çözmek için görgü tanıklarını dinler. Cinayetin işlendiği binanın girişinde bulunan Foto Rıfat, cinayet günü Haşmet Orbay’ı binadan çıkarken gördüğünü söyler. Bina görevlileri bu iddiayı destekler ve hizmetçi Sultan Kara Orbay’ın cinayeti işlediğini öne sürer.
Dava 17 Aralık 1946’da sonuçlanır. Orbay cinayet suçundan idama, Reşit mercan ise adaleti yanıltmaktan 10 yıl hapse mahkûm olur.
Enver Paşa’nı yeğeni, Türkiye Genelkurmay Başkanının oğlu idama mahkûm edildi. Böylesi nüfuzlu bir ismin mahkûm edilmesi, hakimlerin o dönemdeki güçleri ve yargı bağımsızlığı açısından inanılmaz bir durum. Adeta Almanya’da Kralın bir un değirmenini istimlak etmesi üzerine değirmencinin Kral’a karşı söylediği “Berlin’de hakimler var” sözünü hatırlatıyor.
Yargıtay davayı bir kez daha bozdu ve son karar ile Haşmet Orbay 18 yıl, Mercan da 9 yıla mahkûm oldu. İki hükümlü bu süreyi yatmadan Demokrat Parti’nin 1950’de çıkarttığı af ile serbest kaldı.
Cinayet, günümüzde bile gizemini koruyor. Bir iddiaya göre Dr. Neşet Naci, Ruslara istihbarat sağladığı için öldürüldü. Başka bir iddiaya göre de Haşmet Orbay Ruslara bilgi sızdırırken, bunu Dr. Neşet Naci gördü ve bu nedenle öldürüldü. Bu iddiayı, ölen doktorun oğlu Ahmet Arzan ortaya atar ve Sovyet büyükelçiliğinde Haşmet Orbay’a rastladığını söyler. Ahmet Arzan’a göre Haşmet Orbay, genelkurmay başkanı olan babasının ilişkileri sayesinde edindiği bazı belgeleri Sovyetlere satıyor ve casusluk yapıyordu.
İşin içinde para ve kadın olduğu iddiaları da mevcut. Ailesiyle arası bozuk olan ve para sıkıntısı çeken Orbay’ın doktordan para sızdırmaya çalıştığı söylentileri de ortalıkta dolaşıyordu.
Ayrıca öldürülen Doktor Neşet Naci’nin Sovyet Büyükelçiliğinin doktoru olması sebebiyle KGB’nin veya bu olaya ilişkin bazı sırların ortaya çıkmasını istemeyen o zamanki adı MAH olan MİT’in karışmış olabileceği de konuşuluyor.
Dava karanlıkta kalsa da basının tavrı ve mahkemenin tüm baskılara rağmen tarafsız biçimde işlemesi takdire şayandır. Bu dava tek başına bize basın özgürlüğünün ve yargı bağımsızlığının neden önemli olduğunu gösteriyor.
ESRARENGİZ BİR CİNAYET VE BİR İNTİHAR
