KIYMAYIN NARİNLERE
Faysal Mahmutoğlu
Hey loli lori lori /
Hey naye naye naye
Sere dayika te bi gori
Be te sebra me naye
(Oy annem oy
Annen kurban olsun sana, yoksun, gelmiyorsun
Sensizliğe dayanamıyorum.)
Şivan Perwer
Yaşadığımız coğrafyada kadın ölümleri, çocuk ölümleri sıradanlaştı. Tıpkı yoksulluğun, yolsuzluğun sıradanlaştığı gibi. Adaletin, hukukun üstünlere özgü olduğu tüm toplumlarda böyle olur.
Narin bebek, yüzündeki narin gülüşü ve o narin bedeniyle yaşamdan koparıldı.
Güvenliğin en en üst düzeyde olduğu Diyarbakır’ın çok yakınındaki küçücük bir köyde (artık mahalle), 8 yaşındaki Narin Güran, Kur’an kursu çıkışı küçük bir alanda kayboluyor ve 19’uncu gününde ancak bulanabiliyor. Bunun yegâne nedeni, aile bireylerinin bilerek jandarmayı yanlış yönlendirmesidir. Her yer karakol, kalekollarla çevrili olmasına karşın 19 gün sonra bulanabildi.
Aile bireylerinin bu çocuğun vahşice ve planlı bir şekilde katledilmesine göz yumduğu anlaşılıyor. Daha da kötüsü, aile bireyleri tıpkı İslam öncesi cahiliye toplumu gibi katili veya katilleri koruyorlar, yalancı şahitlik yapıyorlar.
Güran ailesinin köyde hegemonya kurduğu; bu gücün devreye girip suçu gizleme potansiyeli taşıdığı; Güranların korkulan, çekinilen bir aile olduğu iddia ediliyor.
Şehrin temsilcisi konumunda iktidar partisine mensup bir milletvekili çıkıyor, “Bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var” diyerek soruşturmanın selametine gölge düşürdü. Çok yanlış bir beyanat.
Yaklaşık bir aydır medyada çıkan yorumlardan ve sorgulama esnasında verilen çelişkili ifadelerden ortaya çıkan iki net sonuç var. Birincisi; Narin, Kur’an kursundan eve söylenen saatten erken geldi ve görmemesi gereken bir olayı gördü. İkincisi; itirafa dayalı olarak minicik bedenin, Nevzat Bahtiyar tarafından amca Salim Güran’dan araba içinde alınıp bir çuvalın içinde dereye gömüldüğüdür. Ailenin daha önce toplanıp nasıl ifade verecekleri hususunda telkinler aldıkları ve bu doğrultuda ifade verdikleri anlaşılıyor.
Ayrıca dün Adli Tıp Kurumunun yayınlanan raporuna göre Narin’in boğularak öldürüldüğü gerçeği de ortaya çıktı. Ölüm doğal bir şey olmasına karşın öldürülme doğal değil. Maalesef bu coğrafyada ölümün en korkunç biçimlerini görüyoruz.
İtirafçı Nevzat Bahtiyar, “Cesedi dereye gömdükten sonra eve geldim; abdest alıp namaz kıldım, bilahare jandarmayla birlikte aramalara katıldım.” diyor. Çelişkili ifade veriyor. Son ifadesinde “Narin’in ahırda bir şeyler gördüğünü düşünüyorum” diyerek gayriahlaki ilişkiler olduğunu iddia etti.
Namaz kılmayı emreden Allah “şahitliği gizlemeyiniz” (Bakara: 283) buyuruyor. Ahlak ve vicdanın olmadığı yerde dinin ve dindarlığın şekilci birtakım ritüellerden ibaret kaldığı ve kimi zaman şahısların verdiği fetvaları referans alarak kötülüklere kaynaklık teşkil ettiği gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Dinlerin öncelikli amacı canı korumaktır. Dini kutsallarının başında yaşam hakkı gelmektedir. Onun için Kur’an-ı Kerim’de “Haksız yere bir insanı öldürmekle, bütün insanlığı öldürmek arasında fark olmadığı” (Maide: 32) bildirilmiştir.
Narin cinayeti, gittikçe yoğunlaşan bir çürümenin, yozlaşmanın işaretidir. Minik Narin’le minik Sıla bu çürümenin ilk kurbanları olmadıkları gibi son kurbanları da olmayacaklar.
Acı ama gerçek. Kamuoyu baskısı olayı “aile içinde halledilen vaka” olmaktan çıkardı.
Medyadaki ırkçı paylaşımlar toplumun aynı acıda birleşmesine mani olmadı. Aile bireyleriyle ilgili sosyal medyada senaryolar yazılmaya devam ediliyor. Her gün yeni bir senaryo yazılıyor. Tarikat ve Hizbullah bağlantıları konuşuldu. Üstelik bir de olay iyice magazinleştirilip daha da karmaşık hale getirildi. Olgulara dayalı bir bilgi yok. Esas failler yerine aile bireylerin farklı ilişkilerine odaklanılıyor.
Kim tarafından öldürüldüğü ve öldürmeye neden olan olayın ne olduğu ancak şüphelilerin çözülüp hakikatı anlatması veya Adli Tıp’tan çıkacak kesin raporuyla tespit edilebilir.
Olayın odağında amca Salih Güran, anne Yüksel Güran ile abi Enes Güran bulunuyor. Baba Arif Güran ile başka bir abi dışında tüm aile bireyleri bir şekilde olaya bulaşmış olacak ki çoğu tutuklandı. Ve aile bireylerinin çoğu Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanındaki gibi cinayeti biliyorlar.
Kuşkusuz Narin’i hayattan koparanı öğreneceğiz. Elbette Narin’i hangi sebepten dolayı hayattan kopardıklarını öğrenmeden içimiz rahat etmeyecek. Ülkemizin tarihinde çokça yer alan fail-i meçhul kervanına bu cinayet katılmayacağını umuyorum.
Cemaat ve tarikatların iktidarın desteği ve teşvikiyle bölgede etkin bir konuma getirilip faaliyet alanlarının her köye kadar genişletilmesi, muhalif medyanın bu yapılanmaların söz konusu olayla ilişkilendirmesini sağladı ki, çok sağlıklı bir değerlendirme değil. Ayrıca olayın salt feodal ilişkilere ve aşiret yapısına bağlanması da isabetsiz. Zira aynı dönemde Tekirdağ’da 2 yaşındaki Sıla bebek de istismara maruz kalıp öldü. Bu toplumsal çürümenin getirdiği bir sonuç.
Suç genel olarak toplumsal ve ahlaki bir mesele. Suçu doğuran ve suçluyu yaratan gerekçeler arasında yoksulluk ve eşitsizlik gibi toplumsal faktörleri göz ardı edemeyiz.
Suçun bir de siyasal boyutu var. Son dönemlerde suçluların siyasilerle, bürokratlar ve yargı mensuplarıyla çektirdiği fotoğraflarda görülen artışlar önceki dönemlerde pek de rastlanmayan bir yükseliş görülüyor.
Siyasilerin suçlularla bağlantıları suçluların korunma potansiyelini barındırıyor. Siyasal ortam, suçun algılanma şekli üzerinde de etkin olabiliyor. Sonuç yargı bağımsızlığında düğümleniyor.
Türkiye’nin her yerinde maalesef benzer hadiseler yaşanıyor.
Kadına ve çocuğa şiddete bazı kesimlerce tolerans tanınması bir gerçek olmakla birlikle, cezaların artırılarak bunun önlenmesi devletin sorumluluğundadır. Özellikle Narin cinayetinde yaşananlar sonrasında yerel dinamiklerin etkisini göz ardı etmemek gerekmektedir.
2008-2016 yılları arasında her yıl kaybolan çocuk sayısı 13 bin. TÜİK, 2016’dan itibaren kayıp çocuk sayısını açıklamıyor. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2023 yılında çocuklara istismar vakalarında yargıya intikal etmiş dava sayısı 40 binden fazla. Başka bir deyişle, günde ortalama 110 çocuk istismara maruz kalmış.
Adalet Bakanlığı da 2019’dan sonra çocuk istismarı verilerini açıklamıyor. Depremde kaybolan çocuk sayılarının resmi verisi yok. Birgün gazetesinde İsmail Arı’nın verdiği bilgiye göre Adıyaman Menzil’de 2 binin üzerinde depremzede çocuğun bulunduğu iddia edildi. Bu iddia doğruysa bu çocuklar aileleri tarafından mı verildi, devletin açıklaması gerekiyor. Bu çocuklar okula gönderiliyor mu? Özellikle kız çocukların durumu çok önemli. Eğitimden mahrum bırakılıp erken yaşta evlenmeye zorlanabilirler.
Başka Narinlerin kurban edilmesini istemiyorsak olayın bütün boyutlarıyla araştırılıp “neden” ve “kim” sorularına cevap bulmak zorundayız.