Doğunun Hükümdarı Selahaddin
H24Haber Yazar Faysal Mahmutoğlu
Selahaddin, Irak’ın merkezinde bulunan Tikrit’te 1138 yılında dünyaya geldi. Babası ve amcası Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed ibn Melikşah’a bağlı askeri görevlerde bulunuyorlardı. Tikrit kenti hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar için önemli bir ilim merkezi konumunda idi. Selahaddin henüz bir yaşına bile gelmemişken amcası Şirkuh’un cinayetle suçlanması üzerine tüm aile buradan kaçmak zorunda kaldı. Necmeddin Eyyüb ve Şirkuh Musul atabeyi İmadüddin Zengi’nin ordusuna hizmet vermeye başlarlar.
Babası Eyyüb, 1139’da itibaren Lübnan’ın Baalbek kentini yönetmeye başlar. Zengi 1146 yılında öldürülünce, Dımaşk hakimi geri almak için Baalbek’e bir ordu gönderdi. Eyyüb kendisinin vali olarak kalmasına izin verilmesi şartıyla şehri teslim etmeyi kabul etti. Bunun üzerine kendisine Dımaşk yakınlarında on köyün iktası (mülkiyet devletin, kullanım hakkı ona ait) ve şehirde güzel bir ev verildi. Şirkuh ise Zengi’nin oğlu ve varisi Nureddin’e bağlı kaldı.
Bu sırada Selahaddin, Dımaşk’ın kültürel çevresinde büyüdü ve burada geleceğin hükümdarı olacak şekilde genç bir beyefendi olarak eğitildi. Aldığı eğitim dini ilimler, ahlak ve kültürel alanlarda olmakla beraber, okçuluk ve silah kullanmayı da içermekteydi.
Selahaddin hayatının 16 yılını Nureddin’in hizmetinde askeri ve idari görevler üslenerek geçirmiştir.
Selahaddin, 1164 yılında amcası Şirkuh’un ordusunda Mısır’a sefere çıkarken yetkin, güvenilir ve hırslı bir lider olmuştu. Bu seferin amacı çökmekte olan Fatımi hilafetine doğrudan askeri olarak müdahale etmek ve Mısır’da oluşması muhtemel haçlı egemenliğinin önüne geçmekti. İlk sefer başarısız olsa da 18 Nisan 1167’de Yukarı Mısır’da meydana gelen Babeyn muharebesinde Haçlı – Fatımi ittifakı bozguna uğratıldı.
Henüz 28 yaşında olan Selahaddin bu muharebeden sonraki bir iki hafta içerisinde kendisini 1000 kişilik bir süvari birliğinin komutasında İskenderiye limanını savunurken buldu.
Selahaddin’in amcası Şirkuh, Mart 1169’da ani bir şekilde hayatını kaybetti. Bu ölüm Nureddin’in Mısır ve Suriye’deki nüfuzu için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Hızlıca bir tercihte bulunması gerekiyordu. Ve Nureddin tercihini hiç tereddüt etmeden Selahaddin’den yana kullandı.
Fatımi halifesi el Adid, 14 Eylül 1171 Pazartesi günü öldüğünde Mısır’da ne siyasi iktidarı ne de dini otoritesi vardı. Selahaddin ilk olarak Nureddin’in Mısır valisi olarak dikkat çekti. İlk iş olarak ülkenin resmi itikadını Şiilikten Sünniliğe çevirdi. Bununla yetinmeyip Fatımilerin hatırasına veya Nureddin’e değil de kendisine sadık olacak yeni bir ordu kurmaya başladı. Fatımilerden miras aldığı ordu da Ermeni, Sudanlı ve Arap askerlerden meydana geliyordu. Ayrıca amcası Şirkuh zamanında Mısır’a getirilen süvari Kürtler ve Kölemenlerle okçu Türkmenler de emri altındaydı.
Selahaddin iktidarını güçlendirdikçe Fatımi birliklerini önemsiz işlere sürdü. Nureddin’in yerine kendisine sadık kalmayı seçen hür doğmuş Kürt ağır süvari, Türkmen okçu süvari ve Türk kölemen istihdam etti.
Ancak kısa bir zaman içerisinde Nureddin ve Selahaddin arasında bir gerilim ortaya çıkı, o derece ki Nureddin 1174’te yaşama veda etmeseydi bir çatışma meydana gelebilirdi.
Aralarındaki bu gerilimin en önemli nedeni ekonomiktir. Nureddin Mısır’ı Suriye’deki askeri harcamalarını karşılayabileceği finans kaynağı olarak görüyordu. Buna karşılık Selahaddin, Mısır’ın gücünü artırarak kendisini Haçlı devletlerine kafa tutabilecek bir güç odağı haline getirmek düşüncesindeydi. Haçlıları Orta Doğu’dan temizlemeyi kafaya koymuştu. Bunun da yolunun ekonomik olarak güçlenmekten geçtiğini biliyordu. Nureddin’in merkezi hükümete göndermesini istediği gelirleri, başında bulunduğu Mısır ordusunun gücünü artırmada kullanıyordu – ki, kısa zamanda güçlü bir ordu oluşturdu.
Sultan Nureddin, henüz 54 yaşında iken, 5 Mayıs 1174’te 11 yaşındaki oğlu Salih İsmail’in sünnet düğününden sonra hastalandı ve 15 Mayıs’ta zatürreden öldü. Vefat ettiğinde Humus’ta 3 dükkândan başka bir mal varlığı yoktu. Mütevazi, takva ve adil bir kişilikti. İpek elbiseler yerine kaba kumaştan bir elbise giyer, altın ve gümüş kullanmazdı. Minberlerde kendisini yüceltici lakaplar kullanılmasını yasaklamıştı.
Sultan Nureddin, geriye atabeylikten imparatorluğa dönüştürdüğü büyük bir miras bırakmıştı. Ancak onun en büyük mirası cihad ve Selahaddin idi. Emirleri başlangıçta oğlu el-Salih’e biat etseler de bağımsız beylikler şeklinde hareket ettiler. Bu durum Mısır ve Suriye valisi Selahaddin’i rahatsız etti. Zamanla bunların hepsiyle mücadele etti, savaştı ve zaman içinde beylikleri topraklarına kattı.
Selahaddin, Nureddin’in dul kalan eşi İsmetüddin binti Unar ile evlendi. Şam halkının Ulu Hatunu İsmet Hatun, Şam merkezli Böri Atabeyleri hanedanına mensuptu. Ayrıca İsmet Hatun asil, çok güçlü bir kişiliğe sahipti. Bu evliliğin temelinde gönül ilişkisi olup olmadığı bilinmiyor ancak bilinen, çağın hükümdarlık ve hükümranlık anlayışı, bu tarz evlilikleri meşru ve gerekli görmüştür. Nitekim Peygamberler, Sultanlar hatta Aşiret Reisleri bile çok eşlidirler. Evliliklerin çoğu politik saiklerle yapılır.
Nureddin’in ölümü üzerine Selahaddin, Suriye’nin merkezindeki Dımaşk, Humus ve Hama başta olmak üzere Nureddin’in hâkim olduğu topraklarda sefere çıktı. Yemen’in fethi için ordu gönderdi.
1177’de Haçlı krallığına karşı bir baskın düzenledi fakat Tell el- Safiye’de yenilgiye uğradı. 1179 ‘da ise Kudüs Krallığını Mercü’ül Uyun Muharebesinde mağlup etti.
1183’te Selahaddin Kudüs’e baskınlar düzenledikten sonra Halep, Meyyafarikin, Mardin ve Amid (Diyarbakır) kentlerini ele geçirdi. Kuzey Irak’ta bulunan Musul’da ise dolaylı bir hakimiyet kurdu.
Halep fethi hayli sancılı gerçekleşti. Kuşatma sırasında Haşhaşiler tarafından suikaste uğradı.
Selahaddin, Suriye’nin kalbi sayılan Halep’in üzerine sefere çıkarken, Halep’te bulunan “Dağın Şeyhi” ve Haşhaşilerin reisi Reşidüddin Sinan, Selahaddin’e suikast planları yapmaktaydı. Sultan öncelikle Buzaa, Menbiç ve Azez kalelerini hedef aldı. Azez kalesi kuşatmasında Esedilerin komutanı Çavlı’nın çadırında otururken karargâha kadar sızan asker kıyafetli Haşhaşi fedailerinin saldırısına uğradı ve yara almadan kurtuldu. Ertesi yıl, 1176’nın Mayıs’ında Sultan yine Halep civarında bir seferdeyken bir Haşhaşi, çadırına dalarak onu yaralamış, ancak daha tedbirli davranan Sultan, sarığının ve elbisesinin altındaki zırhı sayesinde kurtulmuştu. Daha önce, Sultan Nureddin de, bir gece uyandığında yastığının altına konulmuş zehirli hançer ile, fazla ileri gitmemesi hususunda uyarılmıştı.
Sultan, Haşhaşiler’e karşı temizlik harekâtı başlattı. Sıkışan Dağın Şeyhi dayısı Şahabeddin Tokuş’u şefaatçi olarak gönderip barış istedi. Sultan da saldırmazlık anlaşmasından sonra kuşatmayı kaldırdı.
Nureddin’in küçük kızı Selahaddin’in yanına gelerek Azez Kalesi’ni kendisine bırakılmasını isteyince babasının hatırı için kale kendilerine bırakıldı.
Bu arada Selçuklu Sultanı Kılıçarslan’la problem ortaya çıktı. Nureddin’in ölmeden önce Fırat boylarındaki harekâtı ve Ra’banı alması Kılıçarslan rahatsız olmuştu. Daha önce Kılıçarslan Anadolu siyasi birliğini sağlama adına 1178 yılında Malatya’yı ele geçirerek Danişmendi Beyliğine son vermesinden dolayı Artuklu hükümdarları ve diğer beylikler Selahaddi’nin himayesine sığınmak istediler. Selahaddin de Nureddin’in mirasına sahip çıkma adına memnuniyetle karşıladı. 1179 yılında Selahaddin’e bir elçi göndererek Nureddin döneminde alınan Ra’ban ile Kaysen kalelerinin geri istedi. Mektupta Nureddin’in oğlu el-Salih’in Ra’ban’ın iadesini kabul ettiğine dair bir metin de ilave etmişti.
Selahaddin için Halep ne kadar önemliyse, Kılıçarslan için de Ra’ban o denli önemliydi. Selahaddin bu teklife olumsuz cevap verdi. Öfkelenen Selçuklu Sultanı 20 bin kişilik bir orduyu Ra’ban Kalesi üzerine gönderdi. Selahaddin’in gönderdiği öncü birliği karşısında hezimete uğrayarak kaçmak zorunda kaldılar. Az sayıdaki Eyyubi güçleri de onları takip etmedi. Selçuklu Sultanı Kılıçarslan da bunu kabullenmek zorunda kaldı. Şarkın bu iki mümtaz sultanı karşı karşıya gelmemiş oldu.
Bu arada başka bir gelişme de Artuklu Hükümdarı Nureddin Muhammed Kara Arslan, Kılıçaslan’ın dillere destan kızı Selçuk Hatunla evlenmiş ve çeyiz olarak kendisine bazı Selçuklu kaleleri verilmişti. Bilahare Kara Arslan, Selçuk Hatuna kötü davranmış, onu terk ederek bir şarkıcıya aşık olmuştu. Kılıçarslan çeyiz olarak verdiği kaleleri geri vermesini ve şarkıcıyı terk etmesini istedi. Aksı halde üzerine yürüyeceğini bildirdi. Kara Arsalan da Selahaddin’in himayesine sığındı. Kılıçaslan Selahaddin’de Kara Arslan’ın verilmesini talep etti. Selahaddin verdiği cevapta haklı olduğunu ancak kendisine sığınan birini teslim etmesi söz konusu olmayacağını bildirdi. Sultan talebinden vazgeçmeyince Selahaddin 1180 yılında Selçuklulara karşı sefere çıktı.
Anadolu topraklarına giren Selahaddin Göksu Irmağı kıyısındayken Artuklu askerleri de kendisine katıldılar. Kılıçarslan, veziri İhtiyarüddin Hasan’ı Selahaddin’e göndererek Artuklu hükümdarının suçlu olduğunu bildirdi ve yardım talep etti. Selahaddin, veziri orta yol bulması için Artuklu Sultanı Kara Arslan’a gönderdi ve aradan çekildi. Orta yol bulundu. Kara Aslan şarkıcıyı göndererek karısına geri döndü ve Kılıçarslan’la tekrar dost oldu. Anlaşılan iki sultan da savaşmak niyetinde değildi. Kara Aslan ile Kılıçarslan artık dost olarak kaldılar.
Selahaddin, el-Cezire, Tell Halid, Amid ve Ayintab’ı aldıktan sonra Musul’u kuşattı. Hailfe’nin elçisinin aracı olması üzerine Musul kuşatmasını kaldırarak Halep’e yöneldi. Abbasi Halifesi Selahaddin’i pek desteklemiyordu. 21 Mayıs 1183’te Halep’i kuşattı. Halep’i teslim etmeye razı olan İmadeddin Zengi ve adamlarına, Sultan’a tabi olmak şartı ile Rakka, Sincar, Habur, Suruç ve Nusaybin gibi kaleler verildi. Onlar da Franklara karşı askeri yardımda bulunacaklardı. 13 Haziran 1183 yılında şehrin kapıları açıldı.
Nihayetinde Sultan Selahaddin’in “Buranın fethiyle sevindiğim kadar hiçbir yerin fethiyle sevinmedim” dediği “Şehirleri Anası” Halep fethedilmişti.
Cihad yolunda Halep en önemli dönüm noktalarından biriydi. Artık Hittin’de zafer yakındı.
Sultan Selahaddin, 1186 yılından itibaren Doğu meselesini büyük oranda hallettikten sonra –ki, çoğunu topraklarına katmıştı – Franklara karşı kesin bir sonuç almak istiyordu.
Selahaddin, Franklara karşı çıkaracağı en büyük orduyu hazırlamıştı. 30 bin kişilik bir orduya komuta ediyordu. Franklar Selahaddin’in bu kadar büyük bir ordu toplayabileceğini tahmin etmemişlerdi ve dehşet içindeydiler. Selahaddin Mayıs ayındaki Harp divanında savaşın genel çerçevesini çizmişti. Merkezde kendisi komuta edecekti. Solunda Safuriye Zaferinin kahramanı Gökböri ve sağında yeğeni Takiyyüddin kumanda edecekti.
1 Temmuz’da Taberiyye’nin batısındaki dağın eteğinde harp düzenini kurdu. Hittin su kaynaklarıyla ünlü bir yerdi ama Selahaddin kaynakları tutmuştu. Kral Guy, öğleye doğru ordusunu dağa doğru harekete geçirdi. Kral Guy, şövalyeleri ile birlikte dağa vardıklarında Müslümanlar üzerine hücuma geçtiler. Takiyyüddin ve Gökbiri askerleri şövalyeleri kralın çadırına kadar püskürttüler. Takiyyüdin ve Gökbiri’nin askerleri Kralın çadırını yakmışlardı.
Zaferin adı Hittin’di. Kral Guy, en azılı kan dökücü Reynald, Tempriler reisi Gerard, Kralın kardeşi Godefroi gibi birçok soylu şövalye esir düşmüştü.
Selahaddin önce Kral ve Reynald’ın getirilmesini emretti. Kralı yanına oturtarak korkusunu gidermeye çalıştı. Su ikram etti. Bu bağışlandığının işaretiydi. Reynald’ı ise ölümle cezalandıracaktı. Çünkü iki kez anlaşmaları bozmuştu ve çokça Müslüman kanı dökmüştü. Selahaddin onu öldürmeye yeminliydi. Ancak Müslüman olma teklifini kabul karşılığı bağışlanacaktı fakat Reynald teklifi reddetti. Selahaddin Reynald’a kendi kılıcıyla vurarak yere serdi ve ardından kafası kesilerek Guy’un önüne serildi.
Esir alınan haçlı liderleri Şam’a getirildi.
Hittin zaferi Kudüs’ün fethini müjdeliyordu. Kudüs çevresindeki Gazze, Dorum, Natrun, Beyt-Cibri ve Lüd, Gerard’ın tavsiyesi üzerine Sultana teslim oldular. Kral Guy bir yıl daha Şam’da misafir edildi. Gerard ise bu şehirlerin tesliminden sonra serbest bırakıldı. Artık Kudüs krallığına bağlı olarak Sur liman şehri kalmıştı.
Sultan Askalan’da gerekli düzenlemeleri yaptıktan ve Hüsaneddin Lülü komutasında bir donanma ile deniz tarafını emniyete aldıktan sonra Kudüs’e doğru yola çıktı. Artık Selahaddin’in karşısına çıkabilecek bir güç kalmamıştı. Bu arada emirleri Akka ( zengin bir şehir), Hayfa ve Arsuf’u teslim almışlardı.
Selahaddin tam bir güvenlik içinde Kudüs’e doğru hareket etti. Şehrin batısında ordugahını kurdu. Şövelyeler ile Rahipler savaşmak isterken halk, Patrik, Kraliçe Sibylla antlaşma taraftarıydı. 26 Eylül’de mancınıklar surları bombalamaya başladı. Balian ve Kudüs patriğinin ısrarı, Haçlılara geri adım attırdı ve anlaşmak için Sultan’a elçi gönderdiler. Selahaddin ise 91 yıl önce Haçlılar Kudüs’ü nasıl almışlarsa aynı şekilde geri almak istediğini bildirerek elçileri geri gönderdi. Balian kendisi bizzat gidip Sultan’la görüştü. Selahaddin ise kararında vazgeçti. Haçlıların 91 yıl önce Kudüs’ü aldıkları gibi değil, Hz. Ömer’in ahitname ile Kudüs’ü teslim aldığı gibi almayı seçti.
2 Ekim’de varılan antlaşma neticesinde 40 gün içerisinde erkekler 10, kadınlar 5 ve çocuklar ise 2 dinar fidye karşılığında Kudüs’ü terk edecekler. Balian fakirler için de 30000 dinar ödedi. Sultan Selahaddin, 27 Receb 583/ 2 Ekim 1187 Cuma günü, yanı İsra yıldönümünde Kudüs’ü teslim aldı.
Ve Hz. Ömer’in mirasını devralma şerefi, Şarkın Sultanı Selahaddin’e nasip oldu. Bu şerefe en yakışan da oydu.
Selahaddin’in Kürt oluşunu dönemin tarihçileri ile batılı tarihçiler hiç tartışma konusu yapmamışlardır. Cumhuriyet sonrası uygulamaya konulan tekçi, inkara dayalı ırkçı politikalar doğrultusunda terzi tarihçiler (Kavram Gündüz Vassaf’a aittir. Sipariş üzerine tarih yazanlar) Selahaddin’in Türk ve Arap olduğuna dair iddialarda bulundular ki, bu insanlık ailesi tarafından çok gülünç bulundu. Bilahare vazgeçildi.
Selahaddin tıpkı Nureddin gibi etnik aidiyete önem vermezdi. Müslüman kimliği daha baskındı. Tek gayesi İslam’ın egemenliğiydi. İslam ümmetini dert edinmişti. Bundan dolayı sonraki kuşak Kürtler ciddi eleştiride bulunmuşlardır. Birçok Kürt, eğer Selahaddin Kürtlerin çıkarlarını diğer ulusların çıkarından üstün tutsaydı, bugün Kürt halkının Orta Doğu’yu yönetiyor olacağını iddia ederler.
İranlı bir Kürt bilim adamı olan M.A. Hewremani’in kaleme aldığı bir makalesinde “Selahaddin’i Kürt liderleri arasında politik kavrayış eksikliğinin bir örneği olduğunu” anlatır. Ve devamla “ eğer bir Kürt lider olarak şu anda Kürdistan’ı işgal etmiş bulunan ve Kürtleri ezen milletlere hizmet yerine, kendi halkını düşünmüş olsaydı, bugün Kürtlerin kaderi çok daha değişik olurdu” der. Ve pek de haksız sayılmaz.
- yüzyıldan 13. yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönem, Kürt hanedanlıklarının parladığı bir dönemdir. Merwaniler, Şeddadiler, Rewwadler ve son olarak Selahaddin’in Eyyübileri.
Selahaddin Yusuf 1193’te 56 yaşında Sultan Nureddin gibi genç sayılacak bir yaşta Şam’da vefat etti. Haçlıların korkulu rüyası Kudüs fatihi, ölüm döşeğindeyken, emri gereğince şehre dağıtılan münadiler, mızrağa kefenini geçirerek şu ibret dolu sözü haykırmışlardır.
“Ey ahali!… Şarkın hâkimi Sultan Selahaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir. Öyleyse Allah’a kullukta gevşeklik göstermeyin!..”
Şöhreti cihana mal olan İslam mücahidi vefat ettiğinde, bıraktığı mirasın dünya namına bir değeri yoktur. Tüm mal varlığı şundan ibaretti: 1 Mısır dinarı, 36 veya 37 Nasiri dirhemi. Koca Sultan, zühd ve takva içinde kâmil bir yaşam sürmüştür.
Ölümünden 705 yıl sonra Şam’daki mezarını ziyaret eden İmparator II. Wilhelm, ‘Korku bilmemiş, korkusuz bir şövalye, bütün zamanların en mert hükümdarı büyük Sultan Selahaddin’in yaşadığı yerde bulunmaktan duygulandım.’ diye not düşmüş.
Selahaddin, bir devrin vicdanı, ahlakı ve merhametidir. Sadece bir dünyanın değil, iki ayrı dünyanın çarpışan vicdanı, ahlakı ve merhametidir.