1. Haberler
  2. Genel
  3. Kürtler ırk mı, Kavim mi

Kürtler ırk mı, Kavim mi

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İslam
dünyasını kasıp kavuran 10 çatışmadan biri “etnik çatışma”dır, bunu birkaç
yazıda ele almaya çalıştım. Bunlardan birinin de tam bir asırdır süren “Kürt
sorunu”nun yol açtığı çatışma olduğu görmezlikten gelinemez. İrili ufaklı etnik
çatışmalar İslam dünyasının neredeyse her yerinde yaşanıyor. Bunların içinde en
kanlı olanı 21. Yüzyılın başlarına kadar Irak’ta, pek şiddetli değilse de
İran’da ve fakat en şiddetlisi ve kanlı olanı Türkiye ve 2011’den bu yana
Suriye’de sürmektedir. Aktif olanın dışında potansiyel halde Çerkez, Laz,
Gürcü, Abaza, Arnavut vd. de var.

Irak’ta
Arap ve Kürtlerin dışında Türk(men)ler ve her ne kadar “dini azınlık” gibi
görünüyorsa da, zaman içinde etnik mahiyete dönüşmekte olan Nasturi hareketler
görmezlikten gelinemez.

Türkiye’de
etnik/milli bilinç ekseninde seküler Asuri Süryaniler ile Kilise-din eksenli
Süryanilerin talepleri eski azınlık taleplerin ötesine geçiyor. Seküler
Süryaniler, Hıristiyanlığın kimliklerini bozduğunu, Süryanilerin modern
kimliklerini Hıristiyanlık öncesi Asuri kültürüne dayandırmalarını ve Türabdin
merkezli bir Asuri-Süryani milli/ulusal bir siyasi hareket tasarlanabileceğini
öne sürerken (Asurcu), Kilise merkezli Süryaniler Hıristiyan kimliğinde ısrar
ediyorlar (Aramici). Türkiye dışında Süryaniler arasında baş gösteren bu
ayrışma bize hiç yabancı değil; İslam öncesi Türkçüler ile İslami dönemi esas
alan Türkçüleri hatırlatmaktadır. (Bkz. Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, 3. Bsm.
Geyik y. İstanbul-2001, s. 14-22.)

İran’da
sadece Kürt değil, Beluci veya nisbeten Azeri odaklı etnik sorun yaşanmaktadır.
Cezayir’de Polisaryo, Sudan ve başka yerlerde benzer sorunlar yaşanıyor.
“Benzer” diyorum zira esasında hariçten bakıldığında birbirlerinden farklı
gözükseler de, esasta sorun ortak birkaç doktriner kabülden kaynaklanmaktadır.

Etni
çatışmaların sürdüğü havzalarda ezen veya ezilen, mağdur eden veya mağdur
edilenin itiraz etmediği iki temel önerme gözden kaçmaktadır. Gadredenin ve
mağdurun üzerinde anlaştığı iki önerme!

Tek
kimlik seçimi dolayısıyla farklı kimliklerin bastırılmasına yol açan sosyo
politik güncel sebepler öncesinde oluşan iki önermeden biri egemenliğin
Tanrı’dan alınıp halka veya inşa ile oluşturulan millete/ulusa devredilmesi,
diğeri ulus olarak yeni bir inşa ve tanım sürecine dahil edilen ahalinin
üzerinde yaşadığı toprak parçasının “milli/ulusal sınırlar” adıyla Allah’ın
mülkü olmaktan çıkarılıp  oluşturulan
resmi kurum ve kuruluşlara, başka bir ifadeyle “devlet” denen ulusal aygıta
havale edilmesidir. İlki egemenliğin her türünü Tanrı’dan alıp halka/ulusa
vermekte, diğeri Allah’ın mülkü yeryüzünün “vatan” adı altında nüfuz sağlanan
bir parçasını laikleşktirmek suretiyle temellük etmektedir.

İncilin
sahih mesajına sadakat içinde olan bir Hıristiyan ve dinini iyi bilip ciddiye
alan bir Müslüman bu iki önermeye itiraz eder. Ve der ki: Allah varlık aleminde
mutlak hakimdir, gökler ve yeryüzü de O’nun kudret eli altındadır. Milleti veya
halkı yegane hakim ilan etmek O’na şirk koşmaktır. Mülk Allah’ındır, başka
hiçbir beşer veya topluluk mutlak manada hiçbir toprak parçasını temellük
edemez.

Gözden
kaçan husus, resmi kimliğe gerekçe olarak öne sürülen söz konusu iki temel
kabuldür. Bu konuda ezen milliyetçi ile ezilen milliyetçi farklı düşünmezler.
Ezilen, ezen olmaktan çıktığında egemenliği ve toprağı hakiki ve nihai Sahibi
Allah’tan alıp inşa edeceği devlete ve devletin inşa edeceği ulusa
devredecektir. Dahası, milli/ulusal entite bir kere inşa edildi mi artık
iktidar seçkinleri ve vatandaşlarının ahlaki kişilik sahibi olmaları zorlaşır,
çünkü uyuslar arası güvenlik sisteminin yönelimi, her ulusun ve ulus devletin
a. Güvenliğini ve çıkarını koruması, b. Sistem uluslar arası rekabete
dayandığından milli çıkar gerektiğinde bütün araç ve yöntemlerin helal-haram,
meşru-gayrımeşru mahiyetlerine bakmaksızın kullanılması. (Tamamen seküler zihin evreninde olaylara bakan bir Kürt
milliyetçisinin, Gazze’de tarihin en utanç verici soykırımı sürerken “Ben bir
Kürt olarak Gazze ilgilendirmez, benim çıkarım Amerika ve İsrail’in Kürt
hareketini desteklemeleridir, zaten yüzyıldır Kürtleri Araplar, Türkler ve Farslar
ezmiyor mu?” diyebilmesidir.)

Bu
temel iki önermenin (seküler akide umdesi) 
desteğinde farklı topluluklara ilişkin çıkan sorunları:

         1. Hakim etnik gücün milli/ulusal
devlet kurma imkanını bulduğu her yerde kurucu kimlik benimsemesi

         2. Kurucu kimlik dışında kalan etnik
kimliklerin asimilasyona maruz bırakılması

         3. Doktriner yapı karşısında inkâra ve
asimilasyona maruz kalan etnik topluluğun hoşnutsuzluğunu ya sivil alanda
kalarak sürdürmesi veya silahlı mücadeleye başvurması şeklinde özetlenebilir.

Sivil
alanda kalanlar genellikle hoşnutsuz ve mutsuzdur, çoğu da küskündür.
Demokratik mücadeleye parti(ler) aracılığıyla katılsalar bile, genel nüfusa
göre oranları düşük olduklarından yüzde 51 oya ulaşıp iktidar olmaları
neredeyse imkânsızdır. Bu da, silahlı mücadele taraftarlarının demokratik
mücadeleyi “sonuçsuz bir uğraş ve hatta oyalama” saymalarına yol açar. Etnik
mücadele yürüten siyasi partilerin, koalisyon ortağı olup hükümete katılmaları
durumunda bile, nihai taleplerini gerçekleştirdikleri vaki değildir.

Resmi
ve diğerlerine göre farklı bir topluluğun etnik mücadeleye girişmesinin
anlaşılır sebepleri var. Bunlardan biri, kurulu ulus devletin benimsediği
kimliğin dışında kalanların kamusal birtakım hak kaybına uğramalarıdır.
Yasalarda ve anayasalarda eşitlik ve eşit yurttaş vurgusu yer alsa bile,
pratikte ve bilinçaltında onaylanmış kimlik diğerlerine göre prestijli ve
avantajlıdır. Bu, farklı kimliklerden olanların en yüksek düzeyde statü sahibi
olmayacakları anlamına gelmez, ama eğer düşük, orta ve yüksek bir statüde görev
alacaklarsa, onlardan onaylanmış kimliğe sadakatlerini korumaları ve yeri
geldiğinde izhar etmeleri beklenir. Bu da hep dezavantajlı veya minnet altında
hissi içinde yaşayan farklı grubun bir noktadan sonra, kendine özgü bir ulusal
kimlik ve bu kimliğin resmileşeceği bir ulus devlet talebinin doğmasına yol
açar.

Demokratik
veya silahlı mücadelenin bilinçaltında bu saik yatmaktadır. Türkiye’de süren
etnik mücadele ve çatışmada her iki versiyon söz konusudur. Kürtlerin ezici
çoğunluğu sivil alanda ve legal çerçevede kalarak yüz senedir maruz kaldıkları
hoşnutsuzluğu dile getirmekte, PKK etrafında olan bir kesim ise 1984’den beri
taleplerini silahla elde etmek istemektedir.

Eğer
ister Kürt veya Azeri, Beluci veya Berberi olsun, doktrinin temel varsayımları
aynı ise, sorun geçen yüzyılda ve bir miktar 19. Yüzyılın ikinci yarısında
başlamışsa, birine getirilecek çözüm diğerleri için de geçerli olacaktır. Çünkü
sorunun kaynağı birdir, sorunu barışçıl veya silahla dile getirenlerin
talepleri benzerdir (bağımsızlık, federasyon, kültürel otonomi vs.),
dolayısıyla analizde kullanılacak anahtar terimler, yaklaşım yöntemi ve nihai
çözüm de Kürt, Beluci, Berberi veya Azeri için farklılık arzetmeyecektir.
Modern zamanda gözlenen ve yaşanan bütün milliyetçilikler ve milli/ulusal
hareketlerin şablonu aynıdır.

Dikkat
çekmemiz gereken diğer bir nokta şu: Yeryüzünde saf-ari bir etnik grup, ırk
mevcut değildir. Tarih boyunca insanlar arasında muazzam muhaceratlar yaşanmış,
karışımlar vuku bulmuş, bugün de olmaya devam etmektedir. Ne saf-katıksız bir
Türk ırkı var ne Kürt ırkı veya başkası.

Kürt
dediğimiz olgunun bugüne kadar süren oluşmasında birden fazla etnik grup
müdahil olmuştur. Makedon, Yunan, Türk, Arap, Pers ve başka etnik kökenden
insanlar şu veya bu sebeple Kürtlerin meskun olduğu bölgeye gelmiş, yerleşmiş,
evlilikler yapmıştır. Mesela her dört ülkede, bilhassa Türkiye’de “seyyid”
olarak bilinen ailelerin kökeni Arap’tır. Gerek Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer
zamanında bölgenin müslümanlaştırılması için Arap yarımadasından gelen
ailelerin bir kısmı Kürtleşmişlerdir. Mardin’de Hattapoğulları, Hz. Ömer
soyundan gelmedirler ama aşiretin tamamı Kürt’tür, Kürtçe konuşmaktadır. Buna
mukabil Hz. Ömer’e nispet edilen Ömeriler (Beytü’l umariyye) Araplıklarını
muhafaza etmişlerdir; bölgeyi müslümanlaştırmak üzere gelen Ensariler gibi.
Muhtemelen gelen sahabe ailelerden kırsal kesimde yerleşenler Kürtleşmiş
(Hattapoğulları), şehirde yaşayanlar Araplıklarını korumuşlardır (Umeriler ve
Ensariler gibi).

 (2)

Arap kökenlilerin Kürtleşmesinin ikinci vak’ası
Abbasilerin Ehl-i Beyt’e reva gördükleri zulümden kaçan ailelerin bizim bölgeye
gelip sığınmasıdır. Sadece bu değil, başka sebeplerle de bölgeye gelen aileler
zaman için Kürtleşmişlerdir ki “seyyidlik” buradan gelmektedir. Aleviler Kürt
kökenli olmaktan çok, Türkmen kökenlidirler; Fatih’ten başlamak üzere iki Türk
hanedanı arasında şiddetli iktidar mücadelesi başladı ki, Fatih’le kavga
edenler Kürtler veya Araplar değil Karamanlılardır. Osmanlı’ya meydan okuyan
sonraları bir bölümü Alevileşen Türkmenler ve Anadolu Türkmenlerini destekleyen
Türk hanedanı olan Safevilerdir. 

Kürt Alevi, çok sonraları marjinal Kürt kolun uğradığı
asimilasyon sonucu oluşmuştur. Kürtler baskın karakterleri itibariyle Alevi
değil, Sünni ve ağırlık olarak Şafii mezhebine bağlıdırlar.

Kürt kavminin teşekkülünde çok sayıda faktör, vuzuha
kavuşmamış anlatılar var. Büyük İskender (M.Ö. 356-323)’in düzenlediği seferler
ile M.S. 1096’da başlayıp 1291’e kadar süren Haçlı Seferleri sırasında da
ırklar birbirine karışmış, 200 sene bölgemizde irili ufaklı devletler kuran
Haçlılar bölgenin otokton halklarıyla etnik karışım yaşamışlardır. 

Özellikle Bilâd-ı Şam, Mezopotamya ve Anadolu göç
güzergahıdırlar, doğudan batıya, batıdan doğuya. güneyden kuzeye seyr-ü sefer
halinde olan kitleler, Boğaz Köprüsü üzerinden geçer gibi geçmezler, önemli bir
kısmı kalır, bir kısmı belli bir süre kaldıktan sonra yoluna devam ederler. Bu
süreler içinde ırklar birbirine karışır, harmanlanır. Bugün de Kürtler, Türkler
başta olmak üzere diğer etnik gruplarla yoğun süren evlilikler dolayısıyla
karışım yaşamaktadırlar.

Binaenaleyh yeryüzünde saf-ari bir ırk yoksa, saf etnik
bir talep veya mücadele de yanlış tanımlanarak başlamış demektir. Kürt sorunu
çerçevesinde ontolojik ve antropolojik düzeyde Kürt olgusuna bakmak icap
ederse, Kürtleri “etnik topluluk” değil, bir “kavim” olarak ele almak lazım. (28-29 Kasım 1992’de Mazlum-Der’in düzenlediği Kürd Sorunu Forumu’nda
sunduğum “Kürt Sorunu ile Kafkasya ve Balkanlardaki Etnik Çatışmaların
Mukayeses
i” başlıklı tebliğimde sorunun ‘etnik’ temelde ele alınmayacağına
değinmiştim. Bkz. (Kürd Sorunu Forumu içinde), 1993-İstanbul. 
s. 25-38. Benzer tez için bkz. Ali Bulaç, İslami Bir Perspektiften
Kürt Sorunu
, (Kürd Sorunu içinde) 2. Bsm. Sor y. Ankara-1993, s. 89-110.
Ayrıca bkz. Ali Bulaç, Ortadoğu’dan İttihad-ı İslam’a, İnkılap y.
İstanbul-2014, Cilt II, s. 24-366, Ali Bulaç, Kürtler Nereye?, Çıra
y. 2. Bsm, İstanbul-2021.)

Binlerce yıldır meydana gelen etnik karışımlar ve Kürt
havzasında etkisi bariz aşiret ve kabile yapısı açısından bakıldığında “kavim”
doğruya en yakın tanımlama olarak öne çıkar. 

Bir tür aşiretlerin federasyonu olan kavim birden fazla
kabileden müteşekkildir, arada kan ve akrabalık bağı vardır. Kan ve akrabalık
bağı her ikisinde söz konusu iken, mahiyet iradesi aşirette çok güçlü, kavim de
nispeten zayıftır. Bugün dahi Kürt kavminde sosyo politik ayrışmalarda aşiret
mahiyetinin kavim mahiyetinin önüne geçmesi önemli rol oynamaktadır. Anayasal
özerklik kazanmış olmalarına rağmen, Irak’ta biri diğeriyle kaynaşması beklenen
KDP (Kürdistan Demokratik Yapısı) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)
arasında yaşanan rekabet, rekabetin gerilime ve hatta sıcak çatışmalara
dönüşmesinin sebebi aşiret mahiyetinin kavim mahiyetinin önüne geçmesidir. Her
iki kanatta kan bağı söz konusu iken, yukarıda anlattığımız karışımlar
dolayısıyla kanda da karışımlar vuku bulmuştur. (İnsan
topluluklarının tasnifi için bkz. Ali Bulaç, Tarih, Toplum ve Gelenek,
4. Bsm.,Çıra y. İstanbul-21-012, s. 141 vd.) 

Şu sorunun cevabını her zaman merak etmişimdir? Esmer,
siyah saçlı bir Kürt’ü mavi gözlü sarı saçlı bir Kürt’ten ayıran nedir?
İkisinin de kanı aynı ise ten, saç ve göz arasındaki renk farklı nereden
kaynaklanmaktadır? 

Bizim bölgemizde dikkate değer oranda Kürt’ün bir
Yunanlı-Makedon veya Danimarkalı-Hollandalı gibi sarı saçlı mavi gözlü oluşunun
bir açıklaması olmalı. Belki de bu olgu, Ali Şeriati’nin dediği gibi Daryüs’ü
yenen Büyük İskender’in arzusu hilafına komutanının bir Kürt bölgesini kılıçtan
geçirip feci katliamı yapması karşısında Büyük İskender’in bölge halkının
gönlünü almak üzere 20 bin Yunanlı-Makedon kızı 20 bin Kürt erkeğiyle
evlendirmesinin günümüzde devam eden fizyolojik mirasının nişanesidir. 

Bence şu veya bu, önemli değildir, önemli olan koca bir
nüfusun kendini Kürt hissetmesidir.

Bu genel değerlendirme ışığında Müslüman dünyada yaşanan
çatışmanın “etnisite/etnik” mahiyette olmadığını gösterir. Sorun milli/ulus
devletlerin kurulmasıyla diğerlerine göre belirgin farklılıkları/özellikleri
olan kavimlerin mağduriyetten kaynaklanmaktadır. Bana göre doğru tanımlama
budur.

Netice itibariyle diğerleri gibi:

1. Kürtler bir kavimdir ve bu kavim birden fazla aşiret
ve kabileden oluşmaktadır. Kürtlerin kavim olarak tanımlanması, diğerlerinin
söz gelimi Arapların veya Türklerin kavim olmadıkları anlamına gelmez, onlar da
nüfus oranları ve coğrafi yapıları farklı olsa da, birer kavimdirler. Modern
zamanlarda kavimler uluslaşma/uluslaştırılma ameliyesine tabi tutulmaktadırlar;
bütün kavimler anastezi yapılmayan sosyo politik bir ameliyata maruz
kalmışlardır, el’en da ameliyat masasında yatırılmaya devam etmektedirler;

2. Kürtlerin farklı lehçelerde konuştukları Kürtçe denen
bir lisanları vardır; 

3. Bölgenin otokton sakinleri olarak binlerce senedir
belli bir coğrafi bölgede yoğunlaşmış, 20 asrın ortalarından başlayarak
milyonlarcası tarihi yerleşimlerinden batıya doğru göç etmeye başlamışlardır.
Bugün İstanbul dünyanın en kalabalık Kürt nüfusuna sahip bir şehirdir.
Ortadoğu’daki Kürtlerin yaklaşık 2/3’ü Türkiye’de, Türkiye Kürtlerinin 2/3’ü de
Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yaşamaktadırlar. Bulunacak çözüm, ülkenin
her tarafına yayılmış Kürtlerin ve Doğuda-Güneydoğu’da yaşayan Türklerin, Arapların
ve Süryanilerin tehcirine, etnik arındırmaya maruz kalmalarına yol açmamalıdır;

4. Kürtler ana çerçevede Türkler ve Araplarla İslam’ın
amir hükümlerinde ifadesini bulan benzer zihni tutum ve davranış kalıplarına
sahiptirler, daha yöresel ve dilsel düzeyde kendilerine özgü örf ve adetleri
vardır, modernleşme sürecine girdikçe bu örf ve adetler zayıflamakta, giderek
folklorik renk ve desene indirgenmektedir. Dünyanın tamamı modernleşme
sürecinde Batılılaştığı gibi Kürtler de Batılılaşmakta, örf ve adetlerini
unutmaktadırlar. Milliyetçi Kürt siyasi hareketinin aktörleri söz konusu folklorik
nesne ve ritüelleri “Kürt ulusal bilinci”nin inşasında bir araç olarak
kullanmakta, gündelik hayatlarında modern yaşamaktadırlar;

5. Kurulu bir ulus devlete muhalefet eder veya yeni bir
ulus devlet kurmaya girişirken seçilecek ontolojik veya antropolojik kimlik,
mücadelenin niteliğini, sonucunu ve meşruiyetini belirler. “Etnisite”
seçildiğinde mücadele ve kazanıldığında ortaya çıkacak ulusal aygıt ırkçılıkla
malul olur; etnisite zorunlu olarak ırkçılıktır. Mücadele “kavim” olarak
seçildiğinde meşru temel hak ve özgürlükler zemininde yürür. (20 yüzyılın ilk
çeyreğinden başlamak üzere Türk ulus hareketi ırk temelinde başladı. Kemalist proje
Türk etnisiteyi temel aldı; İsmet İnönü, Mahmut Esat Bozkurt ve diğerleri bunu
açıkça dile getirdiler. Fakat 20 küsür etnik grubu  Türkleştirmek mümkün
değildi; bu uğurda büyük acılar yaşandı. Sonunda 1980’lerde “Kendini Türk
hisseden herkes Türk”tür denme noktasına gelindi. Bunu seslendiren zamanın
Başbakanı Turgut Özal, Türklüğünü kuvvetlice vurgularken, “-Benim de teyzem
Kürt’tü” demeyi ihmal etmedi. Bugün Türkiye Cumhuriyetine vatandaş olmaklığın
nasıl her etnik grubu içine alacak bir formülle ifade edilebileceği noktasına
gelinmiş bulunuyor.

6. Milli/ulusal entite bir kere inşa edildi mi artık
iktidar seçkinleri ve vatandaşlarının ahlaki kişilik sahibi olmaları zorlaşır,
çünkü uluslar arası güvenlik sisteminin yönelimi, her ulusun ve ulus devletin
a. Güvenliğini ve çıkarını koruması, b. Sistem uluslar arası rekabete
dayandığından milli çıkar gerektiğinde bütün araç ve yöntemlerin helal-haram,
meşru-gayrımeşru mahiyetlerine bakılmaksızın kullanılmasını gerektirmektedir.
Tamamen seküler zihin evreninde olaylara bakan bir Kürt milliyetçisi, Gazze’de
tarihin en utanç verici soykırımı sürerken “Bir Kürt olarak Gazze beni
ilgilendirmez, benim çıkarım Amerika ve İsrail’in Kürt hareketini
desteklemeleridir, yüzyıldır Kürtleri Araplar, Türkler ve Farslar ezmiyor mu?”
diyebiliyorsa, bu doktrin Türkleri, Arapları ve diğer müslüman kavimleri
zehirlediği gibi Kürtleri de zehirlemektedir.

Bütün bu anlatılanların ışığında çözüm için atacağımız
ilk adımda şu iki soruya cevap aramamız icap edecek: 

“Kavimlerin hakkı” nedir? Bir kavim olarak Kürtler bu
haklardan ayrı düşünülebilir mi? Bundan sonraki yazıda bu konuya yakından
bakmaya çalışalım.

Yazının
kaynakları

(Kürtler ırk mı, kavim mi?
(1-2), 
Dinve
Siyaset/Akli Siyaset, 5-9 Ağustos 2024)

Kürtler ırk mı, Kavim mi
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

H24 Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin