“1949’da muhteşem bir kentte doğdum. Mutlu bir çocukluğum oldu ama kısa süre sonra, içine
doğduğum coğrafyanın ne kadar karmaşık olduğunu ve giderek nasıl karmaşıklaştığını gördüm. Benin
için en belirleyici olay 1967’deki Arap-İsrail Savaşı’dır. Ama bizzat tanık olduğum bir olay çok
sarsıcıydı. 1975’te başlayan Lübnan ilk savaşının ilk olayıydı. Mahallemde bir otobüs tarandı, çoğu
Filistinli 27 kişinin hayatını kaybettiğini gördüm. 13 Nisan 1975, Pazar günüydü. İç savaşın ilk katliamı
penceremin ve gözlerimin önünde oldu.”
Amin Maalouf / Haber Türk röportajı
İsrail Hamas’ın 7 Ekim saldırılarını bahane ederek katliamlarını Lübnan’a taşıdı. İnsanlıktan zerre
kadar nasibini almamış İsrail, hiçbir ulusal ve uluslararası hukuk normunu takmadan saldırılarını
aralıksız sürdürüyor.
Bir yıl oldu. İsrail, Gazze ve şimdi de Beyrut ve Lübnan’ın güneyine günde yüzlerce ton bomba yağdırıp
yüzlerce füze atıyor.
Başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı ülkeler İsrail ve katliamlarının açıkça arkasında durup
desteklemeye devam ediyorlar. Silah sevkiyatıyla yetinmeyerek, gemi ve uçaklarını doğu Akdeniz’e
yığarak silahlı koruma sağlıyorlar.
İsrail sadece yayılmacı amaçlarını gütmüyor, özellikle Amerikan emperyalizminin dünya egemenliği
stratejisinin hizmetinde Orta Doğu’yu yeniden dizayn ediyor.
II. Dünya Savaşından sonra kurulan uluslararası sistem, kurumlarıyla değerleriyle ortadan kaldırıldı. O
düzenin tabutuna son çiviyi İsrail çaktı.
İsrail masum halkın üzerine ölüm yağdırdı. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalar; okullar, camiler ve
hastaneler vuruldu. 42 bin can bu dünyadan göçtü. İnsanlık ise sadece ağladı. İslam aleminin ise
sadece bir kısmı ağladı.
Türkiye “Türkiye’nin savunması Gazze’den başlar” dedi, bir ara “ Bir gece ansızısın gelebiliriz” gibi
hamaset kokan mesajları verdi ama sadece katliamları seyretti. En son Türkiye’nin İsrail’in tehdidi
altında olduğu vurgulandı ki bundan dolayı TBMM’de kapalı oturum yapıldı. Muhalefetin bildirdiğine
göre, kapalı oturumda medyaya yansıyanların dışında bir şey anlatılmamış.
İsrail’in savaşı Lübnan’a taşıması, ABD ve Batı’nın “Yeni Orta Doğu” olarak tanımladığı bölgenin
yeniden şekillendirilmesi amacını gütmektedir.
Dinlerin ve mezheplerin olağandışı bir çokluk arz ettiği Lübnan, Nuh’un Gemisi’ne benzetilmiştir.
Osmanlı’daki adıyla Cebel-i Lübnan, Yavuz’un sulhen topraklarına kattığı 1516’dan beri dört yüzyıla
yakın bir zamanda Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde kaldı.
Cebel-i Lübnan’da ilk çatışmalar Dürziler ile Maruniler arasında yaşandı. lll. Napolyon 1860 yılında
Beyrut’u işgal ederek iç çatışmalara son verdi.
l. Dünya Savaşı sonrası yapılan düzenlemeler kapsamında, 24 Nisan 1924’te Lübnan Suriye içinde
Fransız manda yönetimine bırakıldı.
23 Mayıs 1926’da ilk Lübnan anayasası kabul edildi. Fransa’nın 3. Cumhuriyetini model alan bu
anayasa, tek kamaralı bir parlamento, cumhurbaşkanı ve bakanlar kurundan oluşan yönetim modelini
öngörmekteydi. 1932’de anayasa değişikliği yapılarak, cumhurbaşkanının bir Maruni, başbakanın
Sünni, meclis başkanının da Şii olması kararlaştırıldı.
26 Kasım 1941 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Lübnan, fiili olarak Fransa’nın manda yönetiminde
kaldı.
Fransa birlikleri Lübnan’dan çekildikten sonra ülke istikrarsızlaşmaya başladı. Müslümanlar
cumhurbaşkanlığının ve dolayısıyla nihai iktidarın Hıristiyanların elinde olduğu siteme karşı çıktı.
1948 yılında İsrail’in kurulması neticesinde oluşan ‘Filistin Sorunu’ Lübnan’ı da olumsuz etkiledi. 1947-
1950 arasında 100 bin Filistinli Lübnan’a sığındı. FKÖ’nun gücü gittikçe arttı.
13 Nisan 1975’te Falanjistler ile FKÖ arasında başlayan çatışmalar tüm ülkeye yayıldı. 1976’da Suriye
öncülüğünde Arap Caydırıcı Gücü Lübnan’a girdi. Güney Lübnan’da FKÖ ile İsrail arasında şiddetli
çatışmalar yaşandı. 1978’de Lübnan İsrail tarafından işgal edildi. 17 Mayıs 1983’te ABD’nin baskısıyla
İsrail, birliklerini Lübnan’dan çekti. 1989 Taif Anlaşmasına kadar iç savaş devam etti.
Lübnan’da cereyan eden iç çatışmaların hepsinde bölgesel ve küresel aktörler önemli rol almışlardır.
Vatikan, Fransa ve Birleşik Krallık’ın yanı sıra ABD, Sovyetler Birliği gibi küresel güçler ve İran, Suriye,
İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörler Lübnan’ın iç sorunlarına taraf olmuş ve bazıları
Lübnan topraklarına askeri müdahalelerde bulunmuşlardır. Dış müdahale adeta Lübnan’ın kaderi
haline gelmiş. Coğrafi yakınlıktan dolayı Suriye, İsrail ve FKÖ benzersiz bir role sahip.
Lübnan’ın ulus oluşturma konusunda başarısız olmasının en önemli nedeni mezhepsel kimlikler
arasında bölünmüş olması ve siyasetin bu kimlikler üzerinden inşa edilmesidir. Lübnan mezheplere
dayalı siyasi ve toplumsal düzeniyle dünyanı en kırılgan ülkelerinden biridir.
Resmi devlet görevlerinin, nüfuslarına göre belirli mezhep gruplarının temsilcilerine ayrılması, çeşitli
alanlarda görülen toplumsal eşitsizlikleri ve ülkedeki çatışmaları güçlü bir şekilde etkilemektedir.
Yukarıda da vurgulandığı üzere, Lübnan Cumhuriyetinin devlet başkanı Maruni Hıristiyan, başbakanı
Sünni Müslüman ve meclis başkanı da Şii Müslüman olarak görev ifa ediyor.
Lübnan ordusu da mezhepsel paylaşım ilkesi üzerine kurulmuş olduğundan dolayı sembolik bir kurum
olmanın ötesine geçememiş ve maalesef ülkeyi diş müdahalelere karşı koruma niteliğinden yoksun
kalmıştır.
Bu mezhepsel gruplar, milis güçleri oluşturarak kendi mezhep üyelerini ve konumlandıkları bölgeleri
koruma çabası içindedirler.
Lübnan’daki mezhep grupları, dış aktörlerle iş birliğini, sağladıkları askeri destekten dolayı meşru
görüyorlar. Bundan dolayı ABD, Suriye ve İran gibi ülkelerle işbirliğini dış müdahalecilik olarak
algılamıyorlar.
Vatikan ve Fransa, Marunilerin hamiliğini üstlenmiş; Şiilerin de İran ile organik bir bağı bulunuyor.
1980’lerde Hizbullah örgütünün kurulması, İran’ın Lübnan’ın iç işlerine müdahalesini kolaylaştırmıştır.
Lübnanlı Sünniler ise Mısır ile dostluk içindedirler. Özellikle Nasır döneminde önemli dostluk bağları
kurulmuştu.
Lübnanlı Dürzi lider Kemal Canbulat (köken olarak Adıyamanlı Şafii Kürt bir ailedendir. Osmanlı
döneminde aile mensubu aşalar vardı. Kilis’te valilik yapan bir aile mensupları 17.y.y.da bir isyana
kalkışınca Lübnan’ın Dürzi bölgesine sürgün edildikten sonra Dürzileşmişlerdir) da Lübnan siyasetinin
mezhepçi karakterine karşı çıkmaktadır.
Ayrıca Maruni lider Süleyman Faranjiyye ile Hafız Esad arasında sıkı bir dostluk vardı.
Bir başka ilişki de Suudi Arabistan ile Sünni Hariri ailesi arasında gelişmişti. Refik Hariri, 1965 yılında
Suudi Arabistan’a gitmiş, orada bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra inşaat sektörüne geçmişti.
1970’lerde Hariri’nin Oger Şirketi, Suudi kraliyet ailesinin işlerini yapan en önemli inşaat firmasıydı.
Ardından Lübnan’a varlıklı bir aile olarak döndü ve Başbakan seçildi. Bu da Suudilerin Lübnan’a
müdahalesini kolaylaştırdı.
Lübnan Hariri döneminde kısmen istikrara kavuştu ancak 14 Şubat 2005 günü, o dönemde eski
Başbakan olan Refik Hariri’ye düzenlenen suikast ile ülke kendini bir kez daha karmaşanın içinde
buldu. Muhalefet suikastın sorumlusunun Suriye olduğunu iddia etti. Özellikle olayın aydınlanmasını
isteyen Dürziler ile Sünniler Suriye karşı gösteri düzenlediler.
Hizbullah lideri Nasrallah’ın çağrısı üzerine on binlerce Şii 13 Mart’ta bir araya gelerek Suriye’ye
destek gösterisinde bulundular. Buna cevaben 14 Mart’ta bir milyondan fazla Lübnanlı toplanarak
Suriye’ye tepkilerini gösterdiler. Daha önce Hizbullah’a verdiği destekle bilinen Velid Canbulat ise
Hizbullah’ın Lübnan adına değil de İran ve Suriye adına savaştığını ileri sürerek karşı safta yer aldı.
Canbulat da tıpkı Sünniler gibi Hariri suikastından Suriye’yi sorumlu tutuyordu.
1982 yaz aylarında Lübnan toprakları İsrail ordusu tarafından işgal edildi ve FKÖ’nün Lübnan’daki
varlığı sonlandırıldı. İsrail ordusunun Lübnan işgali 2000 yılında son buldu.
12 Temmuz 2006 tarihinde Hizbullah militanları sınırı geçerek üç İsrail askerini öldürdü, ikisini de
rehin aldı. Karşılığında İsrail hapishanelerinde bulunan Filistinlilerin serbest bırakılmasını talep etti.
İsrail bu eylemi savaş sebebi saydı ve cevabı Lübnan’ı işgal ederek verdi.
İslam dünyasındaki Şii–Sünni ayırımı yüzyıllardır devam etmektedir. Irak, Yemen, Bahreyn ve Suriye
tıpkı Lübnan gibi mezhepsel ayırımın getirdiği toplumsal ayrışma ve çatışmanın yaşandığı ülkelerdir.
Lübnanlı Şiiler kendilerini matevlah diye tanımlıyorlar. Kelime “mutveliyyen li-Ali ( Aliyi severek öl)
den türemiştir.
Sonuç olarak mezhepsel farklılıklar anayasal vatandaşlığa dayalı ortak bir Lübnanlı kimliği oluşmasına
mani ve demokratik değerlere dayalı güçlü bir devlet inşasını engelliyor. Bu da istikrarsızlığın temel
nedenidir.
İsrail Hizbullah’ın varlığını sonlandırmak gerekçesiyle Lübnan’a her gün tonlarca bomba yağdırıyor.
Gazze’de yaptığı gibi katliam serisine devam ediyor. Lübnan’ı adeta Gazze gibi insansızlaştırıyor. Başta
ABD olmak üzere Batılı emperyalist ülkeler ise İsrail’e sürekli takviye silah sevk ediyor. İslam dünyası ise seyrediyor