Birleşmiş Milletler’den söz etmemize hiç gerek yok. Filistin ve diğer zulme uğrayan mazlum halklar adına alınan her müspet karar başta büyük şeytan ABD olmak üzere beşli çete tarafından veto edilmektedir. En son Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Gazze’ye insanî yardım ulaştırılmasına ilişkin aldığı kararı Trump melunu veto etti. Bu demektir ki, Siyonist çetenin yapmakta olduğu soykırıma en çok destek veren ABD, Birleşmiş Milletler’i paravan okarak
kullanmaktadır. Bu yönüyle Birleşmiş Milletler zalimlere ve Siyonist çete canavarına hizmet eden bir aparata dönüştürülmüş vaziyette. Birleşmiş Milletler’in kuruluş amacını beyan eden manifesto zulme uğrayan halklar için değil beşli çeyeye hizmet için var. Ne Bosna soykırımı, ne Doğu Türkistan’daki zulüm, ne Arakan’daki katliamlar, ne Ruanda’daki etnik çatışmalar beşli çeteyi zerre kadar ilgilendirmediği gibi 77 yıldan beri Filistin’de işlenen zamana yayılmış soykırım onların umurlarında değil. Birleşmiş Milletler bu yönüyle sadece Siyonist çetenin güvenliğine hizmet için oluşturulmuş bir
kurumdur. Ne kadar ironik bir durumdur ki, Birleşmiş Milletler’in manifestosunda var olan, zulme/soykırıma maruz kalan mazlum bir halka sahip çıkıp zulmü/soykırımı işleyene fiilen askerî güç kullanarak engel olma ilkesini bizzat kendileri çiğnemektedir. Suça karşı sessiz kalmak suçu işleyene destek olmaktır. Birleşmiş Milletler’in (beşli çeteye vermiş olduğu veto yetkisinde dolayı) yaptığı tam da budur. Bu nedenle diyebiliriz ki, İslâm ümmetinin Birleşmiş Milletler’den bir beklentisi olmamalı. Beklenti İslâm İşbirliği Teşkilatı’ndan olmalı!
Şu hâlde sormuş olalım: Filistin
davasına sahip çıkmak maksadıyla kurulmuş olan İslâm İşbirliği Teşkilatı ne yapmaktadır? Asıl bu soruyu sormamız lazım. Bildiğiniz üzere, 21 Ağustos 1969 tarihinde Mescid-i Aksa’nın kundaklanması hadisesi, Avustralya vatandaşı olan azılı Siyonist Denis Michael Rohan isimli melun tarafından gerçekleştirilmişti. Bu olay üzerine, hemen bir ay sonrasında 25 Eylül 1969 tarihinde “Filistin davasına sahip çıkmak maksadıyla” Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde İslâm İşbirliği Teşkilatı kuruldu. Kuruluş amacı, ifade ettiğimiz gibi Filistin davasına sahip çıkmak olmakla birlikte daha kapsamlı işlevi olsun
diye buna ek olarak, “Üye Devletler” arasında iş birliği ve dayanışmayı güçlendirmek, İslam Dünyası’nın hak ve çıkarlarını korumak da bulunmaktadır. Böylesi bir amaçla kurulan İslâm İşbirliği Teşkilatı ne yazık ki bugüne kadar kuruluş amacına uygun bir icraatta bulunmamıştır. Bugüne kadar yaptıkları toplantıların sonuç bildirgesine baktığımızda mütecaviz saldırgana karşı sadece “kınama kararı” aldıklarını görüyoruz. Yapılan zulümler ve akıtılan kanlar diplomasî ile ve kınamalarla durdurulmuyor. Aksine, edilgen, pısırık ve palyatif tutum sergilemek düşmana cesaret veriyor. Kutsal
Filistin topraklarımızda bugüne kadar dur durak bilmeden yapılan katliam ve soykırımın nedeni İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın fiîliyata geçmeyip kınamalarla yetinmesidir. Siz yapılması gerekeni yapmayıp meydanı zalime bırakırsanız sonuç kan ve gözyaşı olur, sonuç izmihlâl olur. Çünkü eşyanın tabiatı boşluk kabul etmemektedir. Olmanız gereken yerde değilseniz elin “pitbull iti” gelir sizin sahip çıkmadığınız toprağa çöker. Öyle bir çöker ki, ilk saatten itibaren çevresinde saldırmadık ve talan etmedik yer bırakmaz. Nasıl olsa meydanı boş bulmuştur, nasıl olsa mazlum savunmasız ve naçar
kalmıştır. Kutsal Filistin topraklarımızı 9 Aralık 1917 tarihinde ilk önce İngilizler işgal etti. İşgalden beş hafta önce, yani 2 Kasım 1917 tarihinde İngiltere Dışişler Bakanı Arthur Bahlfour, “Bahlfour Deklarasyonu” adı altında o günün Siyonist çete lideri Walter Rothschild’e Filistin toprakları üzerinde Yahudilere bir yurt vereceklerine ilişkin taahhütte bulunmuştu. Buna istinaden işgalle birlikte hummalı bir şekilde Filistin topraklarına Yahudi sevkiyatı başlatıldı. Bu göç işini bizzat İngiltere organize etti. Bir taraftan sevkiyat devam ederken diğer taraftan Filistin topraklarının
Müslüman ahaliden boşaltılması adına tehçir politikaları başlatılmıştı. Öyle ya, Filistin halkı sürülmeli ki oraya Avrupa’dan getirilen Yahudiler yerleştirilmiş olsun. Tehcir politikaları katliamla gerçekleştiriliyordu. Topraklarını terk etmek istemeyen Müslüman ahaliye yönelik her türlü şiddet ve katliam uygulanıyordu. İngilizler o dönemde Filistin topraklarının boşaltılma işini Siyonist terör örgütlerine tevdi etmişti. İngilizler bu meyanda Irgun, Haganah, Stern ve Palmah adı altında dört ayrı terör örgütü kurulmasına katkı sağladı. Onları eğitti ve her türlü silahla donattı. Bu şekilde söz konusu terör
örgütleri Müslüman ahaliye yönelik tedhiş hareketine giriştiler.
Siyonist terör örgütlerine bu imkânı ve fırsatı veren İngiltere’den başkası değildi. Dediler ki, “Öldürün öldürebildiğiniz kadar, hayatta kalanları ise sürün oralardan. O topraklar sezin, o toprakları Arthur Bahlfour’dan önce Tanrı size verdi, oralar sizin. Tanrının size vadettiği topraklar sadece orası değil, bütün Mezopotamya toprakları.”
Siyonist çete böylesi bir akideye sahip olduğu için bugün sırtını ABD’ye dayayarak fütursuzca saldırı ve katliamlarına devam ediyor. (İngiltere yaşlandı ve geri çekildi, ABD yeni bir emperyalist ülke olarak
başı çekmek amacıyla devreye girdi.) ABD, İngiltere’den devraldığı sömürü düzenini kısa sürede tahkim etti ve birçok Müslüman ülkede üsler kurdu. Bütün bunlar sömürü ve Siyonist çetenin güvenliği içindi. Bugün İran İslâm Cumhuriyeti ve Yemen’in haricindeki bütün Müslüman ülkelere tahakküm eden ve onların liderlerini piyon olarak kullanan bir Amerika’yı görüyoruz. Bu nedenledir ki, son İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın toplantısında İran İslâm Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın “Siyonist çeteye karşı güç kullanalım” teklifi kabul görmedi. Çünkü zilleti tercih
ettiler, çünkü aşağılıklar. Amerika’dan korkuyorlar.
Toplantı yapıyorlar ama Sumud Filosu’ndan bile söz etmiyorlar. Batılı halklar ve Latin Amerika ülkeleri kadar onurlu olamadılar. İspanya kadar haysiyetli değiller. Batılı ülkeler Siyonist çete ile tek tek ticareti keserken, bizimkiler daha o işi de yap(a)madılar. Ticareti kesmemekle Siyonist çeteye katkı sağlamış oluyorlar. Bu da katliama ortak olmaktan başka bir şey değildir. Katil ile, kan içici canavarla nasıl ticaret yaparsınız? Gazze halkı Müslüman olmasa bile o mazlum insanların yanında olmak zorundasınız. İlâhî adalet karşısında
bu bir insanlık borcudur. Sevgili Peygamberimiz, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” diyor. Bu hadis-i şerif sadece sözel tepkiyi salık vermiyor. İşlenen cürmün bertaraf edilmesi için ne gerektiriyorsa o yapılmalı. Söz ve diplomasîden anlamayana bu dille konuşmak havanda su dövmektir. Zalim saldırganla anladığı dilden konuşulmalı. Zalim sadece güçten anlıyorsa, onun işlediği suç sadece güç ile bertaraf edilecekse siz güç kullanmalısınız. Merhum Erbakan Hoca’mız sürekli olarak, “Siyonistler güçten anlar” diyordu…
Bildiğiniz üzere, Siyonist çete 9 Eylül 2025 tarihinde Hamas
müzakere heyetinin bulunduğu Katar’ın başkenti Doha’daki binaya kalleşçe saldırıda bulundu. Kalleşçe çünkü toplantı otelde yapılacaktı. Otelde çok sayıda ABD’li ve İngiliz turist vardı. Saldırmayı planladıkları için kasıtlı ve planlı olarak ateşkes görüşmelerinin yapılacağı adres değiştirildi. ABD’nin verdiği koordinatlarla ve İngiltere’nin havada “flying boom” yakıt ikmali ile saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıdan dolayı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 51. Maddesi gereği Katar’a misilleme hakkı doğmaktadır. Bunun üzerine alelacele 15 Eylül 2025 taihinde Katar’ın başkenti Doha’da İslâm
İşbirliği Teşkilatı-Arap Birliği Ortak Olağanüstü Zirvesi tertipledi. Toplantının adını, “Acil Durum Zirvesi” koydular. Zannedersiniz ki bu acil durum zirvesinde 57 Müslüman ülke lideri karar alıp işgal topraklarına askerî güç gönderecek. Ama öyle olmadı. Kısacası, sonuç bildirgesinde Siyonist çeteye misilleme yapılacağına ilişkin bir karar çıkması beklenirken İslâm ümmeti büyük bir hayâl kırıklığına maruz kalmış oldu. Bu son cümlemiz aslında ironiden ibaret. Zira İslâm İşbirliği Teşkilatı kurulduğu tarihten bugüne kadar kuruluş amacına özgü muamelelerle defalarca muhatap
olmasına rağmen hiçbir zaman mesuliyetinin/vazifesinin gereğini yapmak için somut/fiilî adım atmamıştır. Somut adım atamazlar çünkü bu teşkilat Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün gibi piyon ülkelerin inisiyatifi altında bulunmaktadır. Bu ülkelerin “Yüzyılın Anlaşması” ve “Abraham Sözleşmesi” adı altında Siyonist çete ile göbek bağları var. Bu nedenle İslâm İşbirliği Teşkilatı Siyonist çetenin güvenliği için emniyet sibabı vazifesi görmektedir.
Siyonist çete bu yüzden rahat ve cüretkârca hareket etmektedir; misilleme olacağına ilişkin en ufak bir teredüdü yok. Gerek Siyonist
çete liderleri, gerek Siyonist çete medyası veya sosyal medya kullanan Siyonist çete vatandaşlarının Doha saldırısından sonra kullandığı dil ve jargona bakar mısınız? Hep bir ağızdan/koro hâlinde, “Sıra Türkiye’de” demeye başladılar. Bu küstah beyanat ve sözler karşısında bazı kalem erbabı kişiler, “Ey İsrail biz İran gibi değiliz, ayağını denk al” demeye başladılar. Hadi ordan; ne duruyorsunuz, sizi tutan mı var? Aksa Tufanı başlayalı iki yıl oldu. Bugüne kadar ne yaptınız? Tehdit edilmeniz ağırınıza mı gitti? Bunca zamandır Gazze’de katledilen kardeşlerimize seyirci kalan siyasîlerin boş hamasî
nutukları sizin ağırınıza gitmiyor mu? “Biz İran’a benzemeyiz” diyorsunuz. Evet, gerçekten çok doğru bir tespit. Biz İran’a benzeyemeyiz. İran silahıyla, mühimmatıyla ve verdiği askerî eğitimle 46 yıldan beri “Direniş Cephesi”ni konsolide ediyor. Bizim siyasîlerimiz ne yaptı, hamasi nutuklardan başka? Çok açık bir şekilde ifade etmiş olalım ki, İran ve Yemen’in haricindeki 55 tane ülke liderinin iradelerine ABD ve Siyonist çete tarafından ipotek konulmuş. Eğer böyle olmamış olsa yaptıkları toplantıda Siyonist çeteyi işgal ettiği topraklardan sürecek bir harekât kararı alırlardı. Bu kararı şimdi değil,
kurulduğu tarihte, yani 25 Eylül 1969 yılında almaları gerekirdi. Her şeyden önce şu hakikati bilmeliyiz ki, bu örgüt Suudi Arabistan’ın öncülüğünde ABD’nin onayı ile kuruldu. Kuruluş amacı öfkelenen ümmetin gazını almak. Tabiri caizse def-i hacete giderken ABD’den izin alan aşağılık mahlûklar “Filistin davasına sahip çıkıyor görülmek adına” oluşturulacak kurum için ABD ve Siyonist çeteden onay alınmadı mı zannediyorsunuz? Atalarımız, “Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünü boşuna söylememiş. Siz istediğiniz kadar kınayın, düşman hedefine kitlenmiş bildiğini yapıyor, zulüm ve
katliamlarına devam ediyor. Çünkü düşman kınamalarla kendisine bir şey yapılmayacağını çok iyi biliyor. Katil Netanyahu 7 Ekim günü bunlara vazifelerini şöyle hatırlattı: “Ekonominizin bozulmasını istemiyorsanız ve koltuklarınızdan olmak istemiyorsanız sesinizi çıkarmayın.” Onlar da harfiyen bu talimata uydular. Kısacası İslâm İşbirliği Teşkilatı kuruluş amacına ihanet etmektedir. Bunun tek nedeni ise ABD ve Siyonist çete korkusudur. Onun için başlığımızı, “Rezil İslâm İşbirliği Teşkilatı” koyduk.
Merhum Erbakan Hoca’mız İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın hiçbir işe
yaramadığını ve ne kadar rezil bir yapı olduğunu bildiği için D-8’i kurmuşu. İçimizdeki Siyonist çetenin piyonu olan 28 Şubat’çı generaller bu projeyi akamete uğrattı. Şimdiki siyasîlere düşen görev Merhum Erbakan Hoca’mızın bu projelerini hayata geçirmek. Zira, birlik tesis edilirse Filistin kurtulur.