2011 yılında rejime muhalif grupların gösterileri ile başlayan Suriye olayları Esed rejiminin yıkılması sonrası Suriye ihvanı öncülüğünde yeni bir devletin ABD, İsrail ve batı bloku açısından bir tehdit olarak görülmesini tetikleyen olay Mısır’da mübarek sonrası halkın seçimle iktidara getirdiği Mursi hükümetinin söylem, duruş ve siyasi mesajları oldu. Mısır benzeri bir “yol kazası” oluşmaması için Suriye adım adım bir iç savaşa sürüklenerek sürdürülebilir ve yönetilebilir bir kaos iklimine terkedildi.
Türkiye, Suriye sürecinin çok kısa sürede bir halk devrimi ile Esed rejiminin devrileceği hesapları üzerinden muhalif gruplara açık, koşulsuz destek verdi. Fakat öngörülen hesaplar ABD ve ittifak bileşenlerinin değişen stratejileri karşısında büyük oranda boşa çıktı.
Sonrasında Türkiye kendini ağır bir sınır güvenliği ve göç sorunu ile karşı karşıya ve yalnızlaştırılmış olarak buldu. Durumu fark ettiğinde artık Suriye iç savaşı küresel güçlerin vekâlet savaşlarını yürüttüğü bir arenaya dönüşmüştü.
Suriye iç savaşında dayatılan kontrollü kaos stratejisinin küresel düzeyde iki cephesinden bahsedilebilir. Suriye muhaliflerini destekleyen ABD liderliğindeki batı bloku ile Esed rejimini destekleyen Rusya, Çin ve İran bloku üzerinden küresel polarizasyonun Suriye iç savaşı zeminindeki yansımaları olarak okunabilir.
ABD bloku başlangıçta El-Kaide’nin Suriye uzantısı El-Nusra cephesi öncülüğündeki muhalifler ve Suriye Kürt muhalefetini konsülüde etmesine destek verilen PKK’nın Suriye yapılanması olarak tanımlanabilecek YPG (Halk Koruma Birlikleri) üzerinden verdiği askeri ve siyasi destekle vekalet savaşını sürdürürken sonraları IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) yapılanmasını da yönetilebilir kaos stratejisinin bir parçası olarak konjonktürel taktikler bağlamında desteklenen, yönlendirilen paramiliter bir güç olarak süreç içerisinde kullanıldı.
Rusya, Suriye’deki üsleri dolayısıyla sürece Esed rejimine açıktan destek verdi. Çin daha geri planda bu bloğun yanında yer almasına karşın İran doğrudan direniş cephesinin en önemli merkezlerinden bir olan Suriye’nin yanında yer aldı. İran, Lübnan Hizbullah öncülüğünde Haşdi Şabi (Halk Seferbelik Güçleri) ortak çatısı altında ağırlıklı olarak Şiiler ve Hristiyanlardan oluşan 40 civarında faklı grubun içinde yer aldığı yapılanma ile Esed rejiminin yanında diğer muhalif gruplara karşı onların taktikleri ile yani gayri nizami savaş yöntemlerini kullanarak eylemlere girişti. Grup aynı zamanda Irak topraklarını da içine alan operasyonlarda düzenledi. İran’ın vekâlet savaşlarında görevlendirdiği üst düzey askeri yetkili General Kasım Süleyemani’nin yönetim ve organizasyonunda ABD blokuna karşı Suriye ve Irak’da Haşdi Şabi organizasyonları üzerinden Suriye iç savaşında ve Irak siyasetinde İran’ın direniş cephesini güçlendirilmesi operasyon ve çalışmalarını yürüttü. Kasım Süleymani suikastı bu bağlamda İran’ın bu bölgedeki askeri ve siyasi operasyonlarını önemli ölçüde zayıflattığını söylemek mümkün.
Türkiye 10 yılı aşkın Suriye iç savaşı sürecinde birçok farklı politik tutum almak zorunda kaldı veya bırakıldı. Başlangıçta Suriye İslam devrimi ile çok kısa sürede Esed rejiminin yıkılacağını hesap ederken, özellikle ABD bloku Esed sonrası Suriye olası yeni oluşumun İslami kimliğini kendine daha büyük bir tehdit olarak gördüğü için süreçteki stratejisini radikal düzeyde değiştirdi. Rusya’nın Suriye’ye müdahale etmesine izin verdi hatta bir ölçüde davet etti. Yeni strateji kontrol edilebilir kaos olarak uygulandı. Bu durum Türkiye açısından ağır sorunlar oluşmasını beraberinde getirdi. Sınır güvenliği, mülteci problemi, yoğunluğu düşük uzun süreli savaş ekonomisinin neden olacağı ekonomik kayıplar ve en önemlisi PKK’nın Suriye Kürt muhalefetinin ABD bloğu tarafından önün açılarak Suriye’de güçlü bir aktör ve özellikle petrol bölgelerinin ABD bloku adına jandarmalığını yapması karşılığında aldığı güçlü destekten kaynaklanan yeni güçlü bir PKK aktörünün oluşmasının Suriye iç savaşının koşullarında ortaya çıkması oldu.
Bu süreçte Türkiye iç siyasetinde önemli kırılmalar yaşandı. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrası Başkanlık sistemine geçiş ve Ak parti iktidarının ulusalcı ve milliyetçi aktörlerle yeni dönem ittifakları dış politikada ve özellikle Suriye iç savaşına yönelik politikalarında değişimleri beraberinde getirdi.
ABD bloğu ile ittifak Suriye sürecinde ağır sorunları kucağında bulmasının oluşturduğu hayal kırıklığı Türkiye’yi Rusya, Çin ve İran üzerinden yeni arayışlara itti. Özellikle Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşında tarafsız kalma çabası, tahıl koridoru projesi gibi önemli arabuluculuk çalışmaları yalnızlaşan Rusya ile Türkiye yakınlaşmasını katalize etti. Bu durumun Suriye iç savaşına yönelik domine edici yansımaları da kısa sürede Rusya, Çin ve İran bloku üzerinden kendini gösterdi.
Astana süreci Suriye iç savaşında Türkiye açısından yeni bir başlangıç ve strateji değişikliği anlamına gelmesi şeklinde okunabilir. Astana sürecinde Türkiye, dolaylı olarak Suriye ve PKK/YPG ile ilk kez ortak çıkarlar üzerinden uzlaşı zemini oluşmasını sağlamış oldu. Ancak Suriye Esed rejimi Türkiye’nin Muhalif gruplara desteği ve Suriye içinde askeri varlığını kendisi açısından önemli bir kırmız çizgi olarak görüyordu. YPG ise ABD bloğu üzerinden aldığı desteği kaybetmemenin şartlarından biri olarak Türkiye’ye Suriye ve Irak üzerinden gerilimli bir muhalefeti koruması şartına bağlı olarak devam etmesini sağlamasından kolay kolay vazgeçmek istemiyordu. Ayrıca yakın geçmişte Rojova bölgesi ve özellikle Kobani üzerinden Haşdi Şabi’nin gerçekleştirdiği askeri operasyon ve yıkım karşısında Türkiye’nin sessizliğini ve ilgisizliğini unutmamıştı. Türkiye açısında ise bir PKK uzantısı olarak YPG bir tehdit ve terör sorunu olarak görülüyordu. Bu çatışma dinamikleri Astana sürecinde uzlaşı ve somut adımlar atılması önündeki direnç noktaları olarak süreci zayıflattığını belirtmek gerekir.
Hamas’ın 7 Ekim 2023 savaşı Suriye iç savaşında tüm kartların yeniden karılmasını beraberinde getirdi. İsrail’in Gazze ve sonrasında Lübnan Hizbullah’ına yönelik sürdürdüğü katliam ve saldırılar kontrolsüz ve ölçü tanımaz düzeylere ulaşmasının yansımalarının en çok etkilediği ülke kuşkusuz Suriye ve İran oldu. İran liderliğindeki direniş cephesinin en güçlü halkalarından biri olan Suriye, İsrail açısından tam bir güvenlik sorunu olarak görülüyordu. Bu nedenle Suriye Kürt muhalefeti ve diğer Sünni İslami gruplardan oluşan yapılar ABD bloğu ve İsrail açısından Suriye’yi zayıflatan güçler olarak destekleniyordu.
İsrail’in İran, Irak, Suriye ve Lübnan sınırları içinde hukuk tanımaz pervasız suikast, saldırı ve operasyonları ile ilgili gelişmeler İsrail’i tüm Ortadoğu için etkili bir tehdit haline getiriyordu. Bu durum, Türkiye açısından da İsrail ilk kez bu kadar tehdit olarak algılanıyordu. Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında İsrail karşıtlığı kaçınılmaz olarak ABD blokunu karşısında yer almasını kaçınılmaz kılıyordu. Türkiye’nin Astana sürecindeki yaşadığı belirsizlik ve İsrail saldırıları ile hızla derinleşen ABD bloku karşıtlığı sosyopolitik ve eko politik boyutlarda bedelleri her geçen gün ağırlaşan bir sıkışmışlığı beraberinde getiriyordu. Yani Türkiye’nin bir yandan İsrail işgallerine karşı söylemleri öteki tarafta Esed rejimi ile yeniden normalleşme çabalarının karşılıksız kalması ile oluşan bu arafta kalma hali yeni bir stratejik açılımı kaçınılmaz kılıyordu.
Bu sıkışmışlık halinin en tipik göstergesi, siyasi söylem olarak her zemininde İsrail’in katliam ve soykırım yatığına dair sert söylemler ortaya koyarken İsrail’in savaşı sürdürmesine yönelik başta petrol ürünleri olmak üzere birçok kalemde ticaret sürecinin içinde doğrudan veya dolaylı olarak yer alıyor. Ayrıca siyasi yaptırım olarak kendi bileşeni partiler ve muhalefet partilerinden gelen siyasi yaptırım tekliflerine yönelik herhangi somut bir adım atılmıyor. Bu konuları gündeme taşıyıp eylem yapan tüm sivil gruplara kaşı da ayrıca tutuklamalar dahil olmak üzere etkin tepkiler ortaya koymaktan kaçınmıyor. Bu durum bir politik paranoya hali olarak tanımlamak mümkün.
Türkiye açısından temel sorun güçlü siyasi bir küresel veya bölgesel belirleyiciliği olan siyasi aktör olmanın yolu iç politik istikrar ve eko politik olarak süreci taşıyabilecek bir güce sahip olmaktan geçiyor. Bu bağlamda kendi boyundan büyük işlere kalkışan birinin boyunun ölçüsünü alma durumu ile karşılaşmaktan kurtulamama durumunu her kritik olayda yaşanıyor.
Suriye ile ilgili son süreçte yaşananları bu arka plan üzerinden anlamaya ve analiz etmeye çalışmak gerekir. Bu bağlamda HTŞ (Heyet-i Tahriru’s Şam) ile başlayan ve Halep sonrası Hama’yı da Esed rejimi güçlerinden alarak ele geçiren yapı kimdir? Türkiye ile doğrudan siyasi bir ilişkisi var mıdır? HTŞ kimlerden yardım alıyor ve kimler tarafından destekleniyor? Türkiye’de 1 Ekim TBMM açılışında MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM milletvekillerinin ellerini sıkması ile başlayan, grup toplantılarında Abdullah Öcalan ile ilgili çıkışları ile devam eden yeni Kürt açılımı ile Suriye’deki bu son gelişmelerin bir ilgisi var mı? Türkiye, Suriye iç savaşı ile ilgili stratejik bir değişim mi yaşanıyor? İsrail ve ABD blokunun bu süreçteki çıkar ve hedefleri ne olabilir? Suriye’nin geleceğine yönelik olası durumlar nelerdir? Kürtler açısından gelişmeler nasıl okunabilir? Türkiye ve diğer halkı Müslüman olan ülkelerdeki ve dünyada çeşitli konularda çalışmalar yürüten İslami oluşum ve çevrelere yansımaları nasıl olur? Gibi sorular üzerinden yeni gelişmelerin analiz edilmesi gerekir.
Suriye İç savaşı, 27 Kasım 2024’te yaşanan gelişmelerle yeni bir sürece girdi. Bu Suriye’nin kuzeybatısında Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) öncülüğündeki silahlı muhalif gruplar geniş çaplı bir operasyon başlattı. Bu operasyon, Suriye’nin farklı bölgelerinde fiili yönetimlere sahip çeşitli grupların yeniden hareketlenmesine ve pozisyon almasına yol açtı. Ancak ülkedeki çok sayıda aktörün farklı rolleri, siyasi hedefleri ve uluslararası iş birlikleri, süreci karmaşık hale getiriyor. Hamgi grubun kimin ile hangi düzeyde iş birliğine gittiği, destek ve yardım aldığını kesin bir şekilde kanıtlamak bu tür süreçlerde iyice zorlaşıyor.
Son çatışmalar, muhaliflerin Halep’in batısındaki kırsal bölgelerden ilerleyerek şehir merkezine ulaşması ve Halep Kalesi çevresinde kontrol sağlamasıyla başladı. Sürecin ilk aşamalarında Demokratik Suriye Güçleri (DSG), Halep Uluslararası Havalimanı’nın kontrolünü ele geçirmiş, ancak kısa süre sonra burayı kaybetmişti. Suriye’de hangi bölgenin hangi gruplar tarafından kontrol edildiği ise sürekli değişiyor; bazı bölgelerin kontrolü dakikalar içinde bile el değiştirebiliyor. Öte yandan, bu son gelişmeler muhalif Sünni selefi İslami grupların son yedi yılda kaydettiği en büyük ilerleme olarak değerlendiriliyor. Diğer taraftan Bu durum, Suriye’deki güç dengelerini yeniden şekillendirirken çatışmalarda sivil kayıpların artmasına ve yeni göç dalgalarının oluşmasına yol açıyor.
Sürecin öne çıkan silahlı grubu Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ), Suriye’deki iç savaşın en önemli aktörlerinden biri olarak ön plana çıkan bir örgüt. HTŞ kökeni El Kaide’nin Suriye’deki uzantısı olan El-Nusra Cephesi’ne dayanıyor. Dolayısıyla HTŞ, El- kaidenin düşünsel ikliminde şekillenmiş bir yapılanma. Suriye’nin kuzeyinde, özellikle İdlib’de, en güçlü silahlı gruplardan biri olarak kendi içinde daha küçük alt grupların birleşmesinde oluşan ortak bir cephe örgütü olarak da tanımlanabilir.
HTŞ, 2016 yılında Nusra Cephesi’nin El Kaide ile resmi bağlarını kopardığını açıklayarak kendini ayrı bağımsız yapı olarak ilan etmişti. HTŞ’nin bu ayrılığı ve daha bağımsız bir yol izlemeye çalışmasının temelinde yerel siyasi hedeflere odaklanması olduğu görülür. Gerçek adı Ahmed Al-Sharaa ile de resmi açıklamalar yapmaya başlayan Ebu Muhammed el-Cevlani/Colani liderliğinde HTŞ başlattığı askeri operasyonlarla Önce Halep ardından daha Hama’yı kontrolü altına aldı.
Ayrıca Türkiye destekli Suriye Millî Ordusu (SMO) da özellikle YPG kontrolündeki Fırat’ın batısında bulunan yerleri el geçirerek sürece dahil oldu. Önceki adıyla Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tanımlanan bu oluşum, Suriyeli Arap ve Türkmen milislerden oluşuyor. SMO Suriye İç Savaşı sırasında Beşar Esad rejimine karşı savaşan muhalif grupların birleşmesiyle 2017 yılında Türkiye’nin desteğiyle kurulan bir üst çatı organizasyonu olark da görülebilir. SMO, Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarında Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte hareket ettiğini de ilişkilerin derinliği bağlamında hatırlatmak gerekir.
Yeni sürecin başlatılmasına yol açan nedenlerin başında İsrail’in zayıf ve kaos içinde bir Suriye isteğidir. Ancak politik koşulların en güçlü direnç noktalarından biri Kuzey Suriye sınırının 30 km derinliğine kadar inen İdlip, Afrin gibi merkezleri kontrol altında tutan Zeeytin Dalı, Fırat Kalkanı gibi geniş çaplı askeri operasyonlarla buralarda bulunan Türkiye’nin duruş ve tavrı oluşturduğu İsrail ve ABD bloğu tarafından reel politik olarak dikkate alınması gerektiğinin stratejik hesaplarda göz önünde bulundurulmalıydı. Aynı zamanda Türkiye’nin Astana sürecinden sonuç alamadığının oluşturduğu siyasal ve ekopolitik durumun da stratejik bir avantaj oluşturduğunuzda vurgulamak gerekir.
Son yaşanan süreç Türkiye’nin Astana süreci ile başlattığı stratejik tercihin terkedilerek yeniden İsril ve ABD bloku ile beraber hareket ettiğini gösterir. Türkiye açısından sinir ucu niteliğindeki PKK/YPG ve bunun iç politikada yarattığı yıpratıcı etkilerde hafifletmenin ve mümkünse etkisiz kılmanın bir adımı olarak da MHP lideri Devlet Bahçeli üzerinden yeni bir Kürt açılım sürecine start verildi.
Bu bağlamda Suriye’de yaşanan son süreçteki olayları Türkiye iç politikasındaki yeni Kürt açılım projesi arasında organik bir bağlılık olduğundan bahsedilebilir. Bu yeni durum Türkiye açısından siyasi ve ekonomik sıkışıklığın atlatılmasına odaklanmışken Suriye açısında İsrail için sorun oluşturmayacak kaos içinde dozajı ayarlanabilen bir iç savaş pozisyonunun yeni aktör ve senaryolarla devam ettirileceğini gösteriyor.
Kürtler açısından Irak Bölgesel Kürt Yönetimi benzeri bir federatif yapı Suriye’de de şekillenmeye doğru ilerlediğini gösteriyor. Burada ana sorunlardan biri yeni defakto federatif şekillenişin Suriye Kürdistan’ın sınırlarına Türkiye’yi tatmin edeceği bir düzenlemede uzlaşılabilmesi. Bu uzlaşmanın kritik sınırı ise Fırat’ın doğusu ile sınırlandırılmış bir Suriye Kürt bölgesel yönetimi olacağı öngörülebilir.
Sürecin ne tür sonuçlar doğuracağı ve hesapların tutup tutmayacağını belirleyecek en önemli faktörlerden biri kuşkusuz Rusya, Çin ve İran blokunun gücü ve ortaya koyacağı duruş ve eylemler olacaktır. Rusya, Ukrayna savaşı dolaysıyla Suriye’ye etkisi zayıf kalacaktır. Benzer şekilde İran iç politik zayıflığı ve sorunları, dışta İsrail karşısında yalnızlığı ve direniş cephesini her geçen gün kan kaybetmesi Suriye ile ilgili etki katsayısını küçültecektir.
Dünya ve özelde Türkiye’deki islami çevre ve oluşumlar açısından son gelişmeler yeniden mezhep ve etnisite üzerinden oluşan çatışmaları derinleştirdi. İsrail’in Gazze soykırımı ve Lübnan saldırıları tüm Müslümanları Siyonizm ve küresel zulüm düzenine karşı ortak bir cephede toplamışken Suriye’deki son gelişmeler yeniden eski mezhebi ve etnik travmaları kanatmaya başladı.
Bir yandan Halep ve Hama’nın HTŞ tarafından ele geçirilmesi çeşitli çevrelerce kutlanırken, diğer taraftan israil’e karşı tek bir mermi atmayan bu Sünni İslami grupların Siyonizm ve ABD blokunun çıkarlarına hizmet eden yapılar olarak suçlanmasını beraberinde getirdi. Bu grupların başarısının temelde ABD bloku ve Siyonizm’in çıkarlarına hizmet ettiği şeklinde eleştiriler üzerinden karşılıklı suçlama ve kınamaların derinleşmesi ile karşı karşıya kalındı.
İslami sivil potansiyelin bu tür inisiyatif üretemediği çatışmalar karşısında ortak bir duruş üretememesi sorununu ancak üçüncü bir bakış üzerinden aşabiliriz. Bu üçünce bakışın temel koordinatları evrensel hak ve özgürlükler temelinde adalet şahitliği olmalıdır.