El Diario gazetesi, İspanya’nın Ekim 2023’ten bu yana İsrail ile 40 silah alım sözleşmesi imzaladığını veya bunu resmileştirdiğini, bunlardan 20’sinin son altı ayda imzalandığını ve toplam değerinin 1,041 milyar avro olduğunu iddia etti.
Gazete ayrıca, İspanya ve İsrail arasında mevcut durumda sonuçlanmayı bekleyen 9 silah alım sözleşmesinin bulunduğunu ileri sürdü.
Koalisyonun küçük ortağı rest çekince İspanya, İsrail’den mermi alım sözleşmesini iptal etti
İspanya’da koalisyon hükümetinin ortakları arasında büyük bir krize neden olan, İsrailli bir şirketten mermi satın alımıyla ilgili sözleşme Başbakan Pedro Sanchez’in müdahalesiyle iptal edildi.


İspanya’da koalisyon hükümetinin ortakları arasında büyük bir krize neden olan, İsrailli bir şirketten mermi satın alımıyla ilgili sözleşme Başbakan Pedro Sanchez’in müdahalesiyle iptal edildi.
Azınlık sol koalisyon hükümetinin küçük ortağı Sumar ittifakı, İçişleri Bakanlığına bağlı olan Jandarma kurumunun İsrailli bir şirketten 6,6 milyon avroluk bir sözleşme ile 15,3 milyon adet mermi satın almasının ardından acil olarak bu sözleşmenin iptal edilmesini aksi takdirde koalisyonun riske gireceğini açıklayınca Başbakan Sanchez müdahale etmek zorunda kaldı.
İspanya devlet televizyonu RTVE ve bazı İspanyol basın organları, Başbakanlık kaynaklarına dayanarak verdikleri haberlerde, Jandarma’nın İsrailli şirketten mermi satın alımının bugünkü Resmi Gazete’de yayımlanmasına rağmen Sanchez’in girişimiyle sözleşmenin tek taraflı olarak feshedildiğini duyurdu.
Hükümet ortağı iki partinin (Sosyalist İşçi Partisi ve Sumar) bugün çevrim içi acil bir toplantı yaptığı, Sumar’da büyük rahatsızlık yaratan sözleşmenin “her ne pahasına olursa olsun iptal edilmesi ve idari bir çözüm aranması konusunda mutabık kalındığı” belirtildi.
İspanyol basınında çıkan haberlerde, Jandarma kurumunun Ekim 2024’te açılan bir ihale sonrasında İsrail şirketi olduğu belirtilen “Guardian Defense & Homeland Security SA.”dan, toplam değeri 6 milyon 642 bin 900 avro olarak açıklanan, 9 milimetrelik tabanca için 15 milyon 300 bin adet mermi satın aldığı ortaya çıkmıştı.
Haberlerde, Jandarma’nın bağlı olduğu İçişleri Bakanı Fernando Grande Marlaska’nın ilk olarak İsrail şirketi ile olan sözleşmenin iptal edilmesini istediği ancak hükümet adına yasal konularla ilgilenen Devlet Avukatlığı kurumunun, “olası bir iptalde yüklü tazminat ödenmesi gerektiği” yönündeki uyarısından sonra satın alımı onayladığı kaydedilmişti.
Bu gelişmeler üzerine dün açıklama yapan Sumar ittifakından olan, Başbakan Yardımcısı ve Çalışma Bakanı Yolanda Diaz, “İçişleri Bakanı Marlaska’dan hemen bunu konuda bir düzeltme yapmasını ve Meclis’te konuya açıklık getirmesini istiyoruz. (İsrail ile silah alışverişi) Bu durum hükümet içindeki anlaşmaların açık bir ihlalidir. Özellikle de Filistin halkının canlı soykırımının yaşandığı bir dönemde” demişti.
Ayrıca Sumar ittifakının içindeki Birleşik Sol (IU) partisinin Genel Koordinatörü Antonio Maillo da, “IU, Gazze’deki soykırımın herhangi bir siyasi parti tarafından finanse edilmesine asla tolerans göstermeyecek. PSOE, 2023’te hükümete girdiğimiz andan bu yana en büyük krizi yarattı” şeklinde konuşmuştu.
İspanya’da hükümet, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarının başladığı 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail ile askeri ticaretin durdurulduğu, hatta bu ülkeye silah taşıyan gemilerin İspanyol limanlarını lojistik destek için kullanmasına izin bile verilmediğini her seferinde savunsa da, mermi satın alımı hükümetin açıklamalarını yalanlamıştı.
El Diario gazetesi, İspanya’nın Ekim 2023’ten bu yana İsrail ile 40 silah alım sözleşmesi imzaladığını veya bunu resmileştirdiğini, bunlardan 20’sinin son altı ayda imzalandığını ve toplam değerinin 1,041 milyar avro olduğunu iddia etti.
Gazete ayrıca, İspanya ve İsrail arasında mevcut durumda sonuçlanmayı bekleyen 9 silah alım sözleşmesinin bulunduğunu ileri sürdü.
İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurum. Bu kentler Ahmet Hamdi Tanpınar’ın neredeyse bir klasik haline gelmiş ‘şam dilimi içerisinde yıllarla ifade edilen belli aralıklarla ziyaretlerinde bu şehirlerin hikâyelerini tarihsel ve güncel değişimlerin harmanlandığı edebi bir estetikle anlatımını yapmış.
Her insanın yaşamında iz bırakmış şehirler vardır mutlaka. Teknoloji ve küreselleşmenin çok hızlı değişimler ürettiği g
Tanpınar gibi benimde yaşamımda önemli izler bırak şehirler var. Bizzat yaş aşkları yaşadığımarak.
“Çöle İnen Nur”, Necip fazılın şiirsel üslubu ile ilk mekânız şehirlerim olan Mekke, Medine ve Kudüs ile tanışmamı sağladı. Sonrasında Mustafa Akad prodüksiyonları ile milyonların hafızasına kazınan kareler üzerinden Mekke’nin sokakları ve Kabe’nin muhteşem görüntüsü. Medine Mescidi nebevinin o mütevazi kerpiç ve hurma dallarından oluşan kareleri ile özdeşleşti. Ve kentin direniş kimliğinin yüzleri olan Hamza, Bilal, Ammar, Musab ve diğerleri.
Adeta son iki asırlık işgal edilmişliğin tüm acısını yüreklerimize her yaşanan olayla kazınmış Mekke ve Medine’ye son bir asırlık ilmek ilmek örülmüş Kudüs’ü de ekleyerek, tel örgülerle sarılarak kanatılmış bilincimizi sımsıkı kuşanarak, bir gün mutlaka özgür dünyanın tüm mazlum coğrafyalarına sesleneceğimiz mekânız şehirlerimiz olarak, gürleştireceğimiz seslerimiz ve izzetli yürüyüşlerimizle taçlandırdığımız umrelerimizle döneceğiz.
Tanpınar’la tek ortak şehrimiz İstanbul. İlk gençlik yıllarımın ideolojik gelgitlerine, öfke ve umutlarına eşlik eden eşsiz kent. Kalabalıklar içerisinde yalnızlığa, çaresizliğe, yoksulluklara, kentin bulvarlarından kışını bir zemheriye, yazını bir cehenneme dönüştüren acımasızlığı ile buluştum 80’li yıllarda bulunduğum İstanbul’un. Beni tarihin derinliklerinden getirdiği acı, hüzün ve her şeye rağmen umutları ile beni emziren şehirdi İstanbul.
3 yıl sonra ilk hicretimi yaşadım İstanbul ile 2000’li yıllarda depremin yara bere içinde bıraktığı kente yeniden döndüm. Daha şefkatli ve vefalıydı İstanbul. Ardından ikinci hicretim geldi. Yıl 2014. Yedi yıl sonra 2021 yine İstanbul’a dönüş. Yani nostaljik bir şarkının sözleri gibi İstanbul ile hikayemiz. ‘Ne seninle ne sensiz’.
Malatya, 12 Eylül darbe Türkiye’sinde geleceğimi yoğuran ilk şehir olmuştu. 1982’nin bir Eylül ayında annemin 14 yaşlarında kendi deyimi ile ‘Bir parça masumu’ tek başına uzak illere göndermenin verdiği kaygı ve üzüntü ile döktüğü gözyaşlarını ardımda bırakarak ilçe minibüsleri ile Diyarbakır’a geldiğimde Türkiye Mahsuller Ofisi (TMO)’da çalışan dayım beni Diyarbakır’ın meşhur sur içinde bulunan Melik Ahmet semtindeki minibüs garajından aldı ve kurum lojmanlarındaki evine beraberce gittik.
Dayım ve halam (Ağırlıklı olarak Kürdistan sosyolojisinde sıkça görülen Berdel kız ve erkek kardeşlerin karşılıklı olarak birbiri ile evlenmesi olayıdır. Dayım ve halamın evliliği bu bağlamda eş zamanlı gerçekleşmemiş olsa da gecikmeli bir berdel olarak tanımlanabilir) kaldığım bir günlük süre boyunca her fırsatta bana bolca nasihatte bulundular. Dayım öğrencilik yıllarında yaşadığı yatılılık deneyimlerinden, yaşadığı acı tatlı olaylardan, zorluklardan bahsetti. Halam dikkatli olmamı, kendimden büyük yabancılarla arkadaşlık etmememi, temizliğime ve sağlığıma önem vermemi, beslenmemi ihmal etmemi, özellikle sigara içki gibi zararlı alışkanlıklara karşı uzak durmamı, uyanık olmamı defalarca ifade etti.
Diyarbakır’ı bilenler için Ofis semti TMO’nun orada bölgeye hitap eden büyük bir yerleşkesinden adını alır. TMO yerleşkesi demir yollarının Diyarbakır tren istasyonunu da içine alacak şekilde çok geniş bir alana yayılmıştır. Son yıllara kadar şehrin modern yaşam ritminin en yüksek düzeyde yaşandığı semtlerinden biri olmuştur Diyarbakır /Ofis.
TMO lojmanlarında Dayımın/Halamın evi teren istasyonuna yaya gidilebilecek bir mesafe kadar yakındı. Tren biletimi alan dayım ve halam beni yine içinde endişe ve hüzün karışımı bir buruklukla, elimde zar zor taşıdığım eşyalarımın olduğu çantam ile beni meşhur Kurtalan Eksprese teslim etti. Tren yolculuğunda o günün şartlarında otobüs konforu yoktu. Çok yorucu ve uzun sürüyordu otobüs yolculuğuna göre. Ancak fiyatı çok ucuzdu. Yoksul sınıfların tercih ettiği yolculuklardı tren ulaşımı. Her tren yolculuğu ayrı bir serüvendir birçok kişi için. Kompartımanlarda karşı kaşıya, yüz yüze, göz göze oturmak zorunda kalırsınız hiç tanımadığınız insanlarla. Bazen unutulmaz sıcak dostlukları bir kader gibi inşa eder bu tür uzun tren yolculukları. Yüksek sesle konuşmak zorunda kalırsınız trenin uğultulu ritmik sesini bastırmak için. Kim bilir bu yüksek sesle konuşma alışkanlığı o tren yolculuklarından kalmıştır belki de. Her istasyonda yiyecek, mevsimlik taze meyve ve sebzeler satan çoğu köylü satıcılar birkaç istasyonda eşlik eder yolculuğunuza.
Hayatımın ilk tren yolculuğunu yaparak Malatya’ya ulaşıp ayak bastığımda ilk hissettiğim korku ile beslenen gariplik duygusuydu. Malatya tren istasyonu kayıt yaptıracağım yatılı okulun uzağında sayılırdı. Sora sora saatlerce elimdeki küçük bir valiz ve eşyalarla kan ter içinde kalarak okula nihayet ulaşmıştım.
Okul açılalı birkaç hafta olmuştu. Sınavı kazandığıma dair belge elime çok geç geçmişti. Müdür başyardımcısı benim gibi başka illerden geç gelen öğrencileri topluca okul kaydını yaparak yatılı kalacağımız binaya yerleştirdi. Artvin, Sivas, Gaziantep, Kayseri, Malatya ilçelerinden gelip kaydolan 12 kişilik bir koğuşta ergenliğimin ve gençliğimin en sancılı, gelgitli, yoksul ve garip yıllarını Malatya’nın merhametine, şefkatine terk etmiştim.
Malatya İslami düşüncemin inşa edildiği kent! Beydağı’nın eteklerinde Emeksizden Kernek’e uzanan şehir voltalarında okumalarımızı bir İslami mücadele kardeşliğinde yoğurduğumuz şehir. Hala devam eden kelepçe gibi dostlukların temelini kitabevlerinde Sahil ve Boğaziçi çayevlerinde yudumlanan demli çaylarla tarihe not düşen şehir oldu Malatya Murat Kapkıner’in bir dost meclisinde söylediği şiir kasetlerini ömrümün hala en sığınılacak limanı haline getiren şehir. Sezai Karakoç, İsmet Özel, M Ragıp Karcı, Necip Fazıl, Cahit Zarifoğlu, Metin Ünal Mengüşoğlu, Erdem Beyazıt gibi kentin hedonisttik ajitasyonlarının kuşatmasında günah kusan bulvarlarına karşı varoluş sancılarımı iyileştiren merhemleri bulduğum, ruhumun sığınaklarını inşa ettiğim paradoksların çırpınışlarına sokaklarını dolaştığım kentti Malatya.
İhvanın destanlaşan İslami mücadele mirası, tüm dünyayı altüst eden İran İslam Devrim ve Afgan cihadı ile sığ ve sloganik harmanlanan düşünce dünyamızdan çok duygusal coşkunluğumuz devrimci İslami mücadelenin birbirini besleyen kıvılcımlar gibi tüm Müslüman coğrafyaları ve ardından dünyayı kuşatacağına dair heyecanlarımızı dizginlemenin imkânsızlaştığı günlerin şahidi olmuştu Malatya. Belki de kadim tarihinin demlediği bir bilgelikle sevimli çocukları gibi acıma ile karışık bir tebessümle gülümsüyordu kendi çocuklarına elinden hiçbir şey gelmemenin çaresizliği ile.
Diyarbakır ve Malatya en önemli iki öğretmenim oldular yaşamımda. Biri daha merhametli ve şefkatli diğeri daha acımasız ve gerçekçi. Biri tüm varoluşa dair umutlarımı nasıl kendi ikliminde gürleştirip büyüttüyse diğer yaşamın katı gerçeklikleri ile yüzleştirdi beni.
80’li yılların sonu 90’lı yılların ortalarına kadar süren bir hikayem var Diyarbakır’ımla. İdeallerimin biri bir kurban ettiğim. Kavgaların, öfkenin birbirine kör ve sağır olmanın en ağır tonlarını yaşadığım şehir oldu Diyarbakır. İçsel köklü sorgulamalarımın gizli tanığı. Dağkapı sur dibine dizilmiş çay bahçeleri içinde mekân tuttuğum yer “Küçük Ev” olmuştu. Ahşap kulübesi içinde yılların demlediği, eskittiği ahşap sandalyeler, kırmızı yapraklı papatyalar gibi servis edile çay tabaklarına tavşan kanı çaylar, yıpranmış ahşap masa üstüne serilmiş bordo örtülerle etrafındaki yeşilliğin kontrast oluşturduğu büyülü bir mekandı Küçük ev çay bahçesi.
İkindi serinliğinde Nebi caminde ağırdan alınarak kılınan namazların unutulmaz tadı hala dün gibi canlı. Şevko’nun kahvesi İslamcıların mekânı ile ünlenmişti. Tarihi Ulucami’nin tam karşısındaki geleneksel çarşının içinde yer alan 10 metrekare civarında küçük ama dünyasında o oranda büyük bir çay ocağıydı burası. Ünlü kitapevlerine de yürüme mesafesindeydi bu mekân.
Diyarbakır sana o yıllarda hiç ‘Amed’ diyemedim. Özürlerimi bugünden kabul edebilirimsin bilmem. Politik bir duruştu bu söylemden imtina etmem. Romantik devrimciliğimin acemiliğine ver. Her ne kadar bana yaşattığın her bir olay İslam devrimine olan umut kalelerimi biri bir yıksa da.
33 yıl önce gözyaşlarımı tutamadığım 3 Haziran 1989 gününü daha dün gibi hatırlıyorum. Şeyh Sait’in idam edildiği Dağkapı meydanından Urfa Kapıya doğru bir öğlen sonrası yürüyorken İran İslam Devrimi lideri İmam Humeyni’nin vefat ettiğinin acı haberini alışımı. Bir berber dükkânının önünden geçerken radyo haberinden kulaklarıma ansızın düşen ve birçok kimsenin dikkatini çekmediği İmam’ın vefat haberi garip ve derin bir öksüzlük ile gözyaşlarına boğmuştu. Kavgama dair ümitlerimin tükenme sürecinde açılan en güçlü gediklerden bir olmuştu.
İslam devrimin koca çınarı ahirete intikal etmişti. İdeolojik felsefi teamülleri alt üst eden bir İslam devrimi 20. Yüzyıla damgasını vurmuştu. Sosyalizmin liderlerine davet mektubu göndererek dünyada zulmün kaynağı olarak Siyonizm ve kapitalizmi işaret etmişti dünyayı afallatan imam. Büyük şeytan ABD, küçük şeytan İsrail demişti. Devrimin slogan ‘Ne Doğu, Ne Batı tek adres İslam’
İmamın İslam devrimi adın Şii dünyada gerçekleştirdiği düşünsel devrim ‘velayet-i Fakih’ anlayışı idi. Sünni dünyada mehdilik, Şii dünyada kayıp imamın İslam dünyasını içine düşürdüğü kaderci, mistik tembelliği parçalayan düşünsel kırılma değişimin devrimci dinamiklerinin başında gelir. Ayrıca ‘Dar-ü takrip’ açılımı Sünni ve Şii dünyanın tarihin derinliklerinden gelen anlaşmazlıklalar aşmayı hedefleyen bir çaba olarak hafızalara kazındı.
Mekânsız şehirlerini her vesile ile sürdürmeye devam etmektedir, kendi emzirdiği çocuklarının tüm kirliliğine, ihanet ve umursamazlığına