Anadolu’nun doğusunda, Van Gölü çevresinde İ.Ö. 900-600 yılları arasında egemenlik sürmüş olan Urartu devletinden bize pek çok kültür eseri intikal etmiştir. Son yıllarda Türkiye’de ve komşu ülkelerden İran’da ve Sovyetler Birliği’nde Urartu konusunda yapılan araştırmalar ve kazılarda bulunan eserlerin sayısı daha da artmıştır, özellikle onlardan kalmış çivi yazılı yazıtlar bir hayli yüksek bir yekûna varmış bulunmaktadır.
Bugün Urartu’luların tarih sahnesine çıkışları, devlet kurmaları, bunların kökeni, ve dilleri hakkında son bilimsel araştırmaların verilerini özet olarak sunmaya çalışacağım. Daha önce Urartu sözü üzerinde durmak istiyorum.
Urartu sözü bu millete komşuları olan Asur’lular tarafından verilmiştir. Urartu sözü, İ.Ö. 1000 yıllarından sonra hem bir memleketi, hem bir devleti, hem de o devletin halkını ifade ediyordu. Fakat bu husus anlaşılmadan önce Urartu denilen halka ilk araştırıcılar başka bir isim vermişlerdir. Urartuca yazılmış yazıtların hemen daima Haldi sözü ile başlamış olmasına dikkat edilerek Urartuluların kendilerine Haldi’ler dediklerini kabul etmişlerdir. Haldi sözü bu yazılı belgelerde baş tanrının adı idi. Bu da baştan beri biliniyordu. Başka bir benzeri olmamasına rağmen, bu ilk araştırıcılar Urartululara Haldi’ler ismini vermekten çekinmemişlerdir. Bunun bir kaç nedeni vardır. Bizans kaynaklarında Anadolu’nun doğusunda Haldiya denilen bir thema (eyâlet) bulunduğu biliniyoru. Ayrıca bu Haldiya eyâletinde yaşayanlara da Haldoy, Hald’ler deniyordu.
Urartu kitabelerindeki Haldi sözünün daha sonra Bizans devrindeki eyâletin isminde de devam ettiğine inanılmıştı. Urartululara geçen yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında geniş ölçüde Haldiler adı verildi. Bunun bir başka nedeni daha vardı. Bu neden daha ziyade politik idi. Geçen yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında Urartuluların Ermenilerin cedleri olduğu kabul edilmekte idi. Böylece Ermenilere Anadolu’nun doğusunda bir vatan bulunmuş olacaktı. Bunun için Urartu halkının herhangi bir şekilde Ermenilerle birleştirilmesi arzu ediliyordu. Kurtarıcı olarak bir söz de keşfedildiği zannedildi: Ermenicedeki haltik-kh sözünün, Urartu baş tanrısının adı olan Haldi sözünün devamı olduğu kabul edildi. Bu art düşünceye göre Urartu dilindeki baş tanrının adı olan Haldi’ye benzer bir sözün Ermenicede de bulunduğuna göre, Urartu’lulann Ermenilerle akraba olduğu ispat edilmiş farz edildi; ve dediğim gibi, bu, geniş ölçüde politik motiflerden hareketle, zorlama ile ulaşılmaya çalışılan bir yoldu. Böylece Ermeni tarihi, bu çeşit kişilerce 9. ve hattâ 13.yüzyılın başlarına kadar geri götürülmüş olacaktı (bk. aşğ). Bu esnada şu iki husus anlaşıldı. Evvela, Bizans kaynaklarında Haldiya denen eyâlet daha ziyade Karadeniz kıyılarında Trabzon ile Batum arasında uzanan bir bölge idi. Urartu devleti bu bölgeye hiçbir zaman ulaşmamıştı. Burada hiçbir zaman Urartulular yaşamamıştı. Bu suretle bu dayanak çürümüş oluyordu. Fakat daha tuhafı da şu oldu: Urartu dili üzerinde yapılan araştırmalar ilerledikçe kolayca görüldü ki, Urartu dili ile Ermenice arasında, dil bakımından hiçbir yakınlık yoktur. Ermenice Hint-Avrupalı dediğimiz dillerden biridir; Urartuca ise tam bunun zıddı olan bir dil ailesine mensuptur; bitişken dil tipine girmektedir. Bitişken dillerin bugün yaşayan en iyi örneklerinden birisi Türkçedir.
Bu hususlar anlaşılmış olmakla beraber, uzun süre Urartululara Haldiler demekte İsrar edildi. 1927 senesine gelindiğinde Sovyet Bilgini ve Urartu konusunda pekçok araştırmaları bulunan Meşçaninof, Haldoloji diye bir eser neşretti. Bu suretle Haldi ismini ebedileştirmek istedi. Daha sonra Meşçaninof Urartuca kitabeler neşrettiği zaman bu isimden kendisi de vazgeçti, Bunlara Van kitabeleri adını verdi; ve aynı zat 1958 senesinde Urartu dili konusunda bir gramer kitabı yazdığı zaman ise buna Urartu dilinin grameri dediğini görüyoruz.
1955 senesinde Viyana’h Katolik rahip aynı zamanda eski dillerle de meşgul olan Friedrich VVilhelm König ozamana kadar bilinen Urartuca kitabeleri toplayan bir eser neşretti ve bu eserine “Haldice Kitabelerin El Kitabı” adı verdi (Kısaltması: HChl). Bu suretle söz konusu meseleyi batıda yaşatmak arzusunda olduğunu gösterdi. Bu eserin neşrinden kısa bir zaman sonra yayınlanan Goetze’nin Kleinasien (1957) adlı eski Anadolunun kültür tarihi konusundaki eserinde bu tutum şiddetle tenkit edildi. König’in hiçbir İlmî neden göstermeden bu şekide hareket etmesi bir çeşit tarafgirlik olarak Goetze tarafından damgalanmış bulunmaktadır. König’in görüşü ve ondan öncekilerin görüşleri için bk. Goetze, Kleinasien, 1957, s. 191, altnot 6).
Bütün bu gelişmelerden sonra bugün söz konusu halka bütün İlmî kitaplarda Urartulular dendiğini görüyoruz. Bu isim, konuşmanın başında da söylediğim gibi, Asurca yazılmış kaynaklarda geçmektedir. Urartuluların kendilerine ne isim verdiklerini kesin olarak bilmiyoruz. Bazı teklifler vardır,
Kürtçe Antik Yazıt
Kürdistan’ın engebeli arazisinde yer alan Van Kalesi yamaçlarındaki antik yazıt, geçmiş medeniyetlerin yaratıcılığına dair dikkate değer bir kanıt olarak durmaktadır.
Medes Kralı I. Xerxes’in (Key Xasro) saltanatına kadar 2.500 yıldan fazla bir süreye dayanan bu etkileyici anıt, 15 metre genişliğinde ve 25 metre yüksekliğindedir ve tarihçilerin ve gezginlerin hayal gücünü ele geçirir. Güneş ışığı yüzeyinde dans ederken, bir tarih havası yayar ve üzerine gelenleri kökeninin zengin anlatısına dalmaya çağırır.
Bu yazıtı diğerlerinden ayıran şey, Eski Kürtçe (Palewani), Eski Kürtçe Elamite ve antik Akadca’yı içeren çok dilli kompozisyonudur. Taşa oyulmuş her karakter, yalnızca dilin evrimini değil, aynı zamanda antik Mezopotamya’da gelişen önemli kültürel alışverişleri de anlatır.
Yazıt, Kral Xerxes’in (Key Xasro) tarımsal üretimi desteklemeyi ve ticaret yollarını geliştirmeyi amaçlayan anıtsal bir girişim olan geniş bir kanal sistemi geliştirme vizyonunu dile getiriyor. Tarihte önemli bir dönemde Kürt İmparatorluğu’nu karakterize eden hırs ve öngörünün silinmez bir kaydı olarak hizmet ediyor.
Mühendislik öneminin ötesinde, bu yazıt döneminin sosyo-politik iklimine dair kritik içgörüler sunuyor. Altyapı gelişiminin güç ve yönetimle nasıl iç içe geçtiğini ortaya koyuyor ve liderlerin tebaalarının hayatlarını şekillendirmedeki rolünü gösteriyor. Özünde, Van Kalesi yamaçlarındaki yazıt sadece bir kalıntı değil; geçmiş bir dünyaya giden bir köprü, geçmişi aydınlatıyor ve yenilik ve dayanıklılık hikayesiyle gelecek nesillere ilham veriyor.