BEYTÜLAHZÂN
بيت الأحزان
Divan edebiyatında, Hz. Ya‘kūb’un oğlu Yûsuf’tan ayrı düştükten sonra hayatını ıstırap içinde geçirdiği ev için kullanılan bir tabir.
- YÛSUFHz. Ya‘kūb’un oğlu, İsrâiloğulları’na gönderilen bir peygamber.
“Hüzün ve keder evi” mânasına gelen Beytülahzân’ın, Ken‘an ili olarak anılan Suriye’de Şam (Dımaşk) ile sahil arasında bir kasabada olduğu rivayet edilir. Beyt-i Ahzân, Beytülhüzn ve Külbe-i Ahzân Beytülahzân’la aynı mânaya gelen diğer terkiplerdir. Azmîzâde Hâleti’nin, “Sen idin Külbe-i Ahzân’a koyan Ya‘kūb’u / Ayırıp Hazret-i Yûsuf gibi göz nûrundan / Getirip aşk-ı ilâhîyi gönül hânesine / Kapıdan baktırayım ey gam-ı dünyâ seni ben” mısralarında görüldüğü gibi bu tabir mecazen “dünya” anlamını da taşır. Hz. Ya‘kūb’un on iki oğlu içinde en güzeli ve en akıllısı olan Yûsuf’u babası çok sevdiği için diğer kardeşleri onu kıskanırlar ve bu yüzden kendisini ortadan kaldırmaya karar verirler. Bir gün Yûsuf’u gezmeye götürme bahanesiyle babalarından izin alırlar ve daha önce kararlaştırdıkları gibi sahrâda bir kuyuya atarlar, babalarına da onu bir kurdun yediğini söylerler. Oğlu Yûsuf’un hasretiyle durmadan ağlayan Hz. Ya‘kūb’un gözlerine perde iner. İzzet Molla’nın, “Maksûd kolaylıkla azîzim ele girmez / Çeşm etdi fedâ Yûsuf’a Ya‘kūb-ı mahabbet” beytinde buna işaret edilmektedir.
Divan şairleri kendilerini Hz. Ya‘kūb’a benzeterek sevgiliden uzakta geçen günlerini Külbe-i Ahzân’da geçirmiş sayarak bu mânaya gelen diğer terkipleri de başta teşbih, telmih, mübalağa ve istiare olmak üzere birçok edebî sanat için kullanırlar. Sünbülzâde Vehbî’nin, “Gam-ı hicrân beni hem-hâlet-i Ya‘kūb edeli / Girye vü nâlişime Külbe-i Ahzân ağlar” beyti bu düşüncenin şiire aksetmiş bir örneğidir.
“Yûsuf u Züleyhâ” mesnevilerinde Hz. Ya‘kūb’un Külbe-i Ahzân’a kapanması, günlerini orada geçirmesi, gördüğü rüyalar, Cebrâil ile konuşup teselli araması ve Hz. Yûsuf’un Mısır’a gelen bir Ken‘anlı’dan memleketini, babasını ve kardeşlerini sorması, bu kişinin Ken‘an iline döndükten sonra Beytülahzân’a varıp başından geçenleri Hz. Ya‘kūb’a anlatması ayrıntılı olarak ve müstakil başlıklar altında işlenmiştir.

Haçlılar tarafından kurulan Latin Kudüs krallığı, on beş katedral kilisesiyle övünüyordu.
Örneğin Beytüllahim’deki Doğuş Kilisesi, 1110’da Batılı bir Hıristiyan piskoposunun ikametgahı oldu.
Kudüs şehrinde farklı geleneklerden sanatçılar bir araya geldi, örneğin Kutsal Kabir yakınlarındaki pazarın sağında Suriyeli altın işçileri ve solda Latin altın işçileri vardı.
Nitekim, bu döneme ait metal işleri bazen islami bir estetiği Hıristiyan temasıyla birleştirir.
Hatta bazı parçalar, bir Hıristiyan için İslami bir kuyumcu tarafından yapıldığını gösteren bir yazıt taşıyor.
Avrupa kiliseleri için yapılan değerli sanat eserleri, Kutsal Topraklarla bağlantılarını kutladı.

1147-49’da Clairvaux’lu Sistersiyen başrahibi Bernard tarafından savunulan İkinci Haçlı Seferi, Suriye’de Şam’ı ele geçirmeye çalıştı.
Kampanya, Müslümanlar yeniden toplandığı için korkunç bir başarısızlıktı.
Salah al-Din (Selahaddin Eyyubi) liderliğindeki Müslüman güçler Suriye’ye ilerledi ve sonunda Ekim 1187’de Kudüs’ü geri aldı.
Selahaddin Eyyubi, kişisel sekreteri tarafından Kudüs Patriği’nin kilise’nin hazinesiyle şehri terk etmesine izin vermesiyle anıldı ve şöyle açıkladı:
Eğer [bu servete el koymak için] mazeret gösterirsek, onlar [Franklar] bizi ihanetle suçlayacaklar … insanları yeminlerini bozmakla itham ettirmeyelim. Bırak gitsinler. Yardımseverliğimizden bahsedecekler.
Şehre giren bir Selahaddin veziri, Haçlıların Kudüs’ü nasıl güzelleştirdiğine hayret etti:
Kafirlerin bakımı onu Cennet bahçesine dönüştürmüştü … lanetlenenler, sütun ve mermer levhalarla yeniden inşa ettikleri bu şehri mızrak ve kılıçla savundular. Tapınakçıların ve hastanecilerin kiliselerini, saraylarını kurmuşlardı … Her tarafta bahçeleri kadar hoş, beyaz mermer ve yapraklarla süslenmiş sütunlarla aydınlık, onları canlı ağaçlara benzeyen evler görüyorlar.