H24 / Faysal Mahmutoğlu
Bu bölümde Kudüs ile ilgili bazı bilgiler paylaşmaya çalışacağım.
Kudüs, tarihsel süreç içerisinde pek çok farklı ulusa ev sahipliği yapmıştır. Kudüs’ün ev sahipliği yaptığı ilk millet Kenanlılardır. Kenanlılar, Filistin ve Ürdün’e M.Ö. 3000’li yıllarda yerleşmiş Sami bir topluluktur. Filistin’e Kenan adını verenler de onlardır.
Kudüs’ü kuranlar ve ismini verenler, bir Kenanlı kavim olan Yebusilerdir. Tevrat da Kudüs şehrinin İbranilerin şehre girişinden 1800 sene önce kurulduğunu bildiriyor. Yebusilerin en meşhur kralı “Meliki Sadık” yani Doğruluk Kralı’dır. Rivayete göre Davut Peygamber mescidi inşa etmek için onun arazisini satın almıştır.
İbranilerin Filistin’e gelişleri Demir çağına rastlar. Hz. Musa Filistin’e girmeden vefat etmiştir. Hz. Musa’nın Nebu dağında vefat ettiği rivayet edilmektedir. Ondan sonra İsrailoğullarının başına Tevrat’ta Yeşu olarak adlandırılan Yuşa b. Nun geçmiştir. Yuşa Eriha’ya M.Ö. 1190 yılında girmiştir. Tevrat’ta, İsrailoğullarının Eriha’da yaptıkları zulüm, katliam ve yıkım hakkında bilgi vermektedir. Yuşa kitabında şehirdeki tüm erkek, kadın, yaşlı ve çocukların hatta hayvanları dahi kılıçtan geçirdikleri ve şehri yıktıkları bildirmektedir. İnsan, ‘katliam İsrailoğullarının genlerinde mi var?’ diye sormadan edemiyor.
İsrailoğulları Kudüs’e girmeyi denemişler ancak uzun süre başarılı olamamışlardır. Nihayet Hz. Davud, şehre M.Ö. 997 yılında girmeyi başarmıştır.
Hz. Davud, İsrailoğularının Kenan ülkesindeki krallığının gerçek kurucusu sayılmaktadır. Hz. Süleyman, babası Hz. Davud’dan sonra M.Ö 923-963 yılları arasında krallık yapmıştır. Hz. Süleyman hem kral hem de peygamberdi. İnsanlar, cinler, kuşlar ve rüzgâr emrine verilmişti. Hz Süleyman’ın krallığı kırk yıl sürmüştü.
Krallığının son döneminde Kenanlılar Cezar kralının yönetiminde ona karşı ayaklanmışlardı. Ayaklanmayı bastıramayınca Hz. Süleyman, Mısır Firavunu 1. Şişale’den yardım istemek zorunda kalmış, bunun üzerine o da Filistin’e askeri müdahalede bulunarak Cezire ve Filistin’i ele geçirmiştir. Hz. Süleyman, M.Ö 923 yılında vefat etmiştir. Bilahare Asurlular, Babil, Persler, Yunanlılar ve nihayet Roma M.Ö. 63 yılında Filistin’i ele geçirip yönetmişlerdir.
Hz. İsa döneminde Kudüs valisi Potiupilatus idi. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’yı çarmıha geren, bu validir.
İmparator Konstantin 313 yılında Roma imparatorluğu tahtına çıkınca dini özgürlükler hususunda bir ferman çıkarmış ve Hıristiyanlığı devletin resmi dini haline getirmiştir. Daha önce yıkılan kiliseleri onarmıştır. Filistin, Bizans (Doğu Roma) yönetimi süresince nispeten bir istikrar dönemi yaşamıştır. Kudüs, Hz. Ömer 638 yılında fethedinceye kadar Bizans idaresinde kaldı.
Kudüs tüm semavi dinler için kutsal bir belde kabul edilir. Kur’an’da adları geçen ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberler, bir şekilde Kudüs’ü mesken edinmişlerdir. Hz. İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Davut, Süleyman, Salih, Zekeriya, Yahya ve İsa (a.s.) bilinenleridir. Bunlardan Hz. Süleyman Kudüs’te bir Tapınak inşa etmiştir. Bugün İsrail’de Yahudilerin ibadet ettiği duvar Süleyman Peygamber tapınağının kalıntısıdır.
Konumu, statüsü ve geçmişi itibariyle Kudüs, tarih boyunca farklı kavimlerin geçişlerine tanıklık etmiştir. Nitekim günümüz Filistinlilerine bakıldığında, klasik esmer Arap profilinden çok farklı olduklarını görürüz. Aralarında pek çok beyaz tenli, hatta sarışın mavi gözlülere rastlamak mümkündür. Bu tabloyu Suriye ve Ürdün’de de görüyoruz. Elbette bu çeşitliliği, salt kavimlerin geçişine bağlamak sağlıklı olmayabilir. Konuyu etnoloji alanında çalışan bilim insanlarına bırakmak gerek.
Müslümanlar iki nedenden dolayı Kudüs’ü kutsal kabul etmektedirler. Birincisi, ilk kıblenin Mescid-i Aksâ olduğu görüşü. İslam kaynaklarına göne Kâbe, Hz. İbrahim’den beri kıble idi. Mekke’de Hz. Peygamber’in namaz kılarken Kudüs’e veya önceleri Kabe’ye daha sonra Kudüs’e yahut Kabe’yi önüne alarak Kudüs’e yöneldiği şeklinde üç farklı görüş var. Kesin olan bir şey var: Medine’de kıble ile ilgili ayet ininceye kadar 16-17 ay gibi bir süre boyunca Kudüs’e yönelerek namaz kıldığıdır. Kudüs’ün kıble olarak kullanılması Yahudileri memnun ediyordu. “Hem kutsalımız olan Süleyman tapınağının bulunduğu Kudüs’e yöneliyor hem de bize muhalefet ediyor.” diyorlardı. Bu da Hz. Peygamberi rahatsız ediyordu. Bunun üzerine Kıble ayeti indi: “Yüzünü göğe doğru çevirdiğini (haber beklediğini) elbette görüyoruz. Elbette seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir; siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü onun tarafına çevirin! Şüphesiz ki kendilerine kitap verilmiş olanlar, onun Rablerinden (gelen) gerçek olduğunu bilirler.” (Bakara: 144). Başlangıçtaki ifade, Hz. Muhammed’in kıble olarak Kudüs’e doğru yönelişiyle ilgili tavrının kendi içtihadı olduğunu göstermektedir. Kudüs’e yöneliş vahiy ile belirlenmiş olsaydı Hz. Muhammed’in böyle bir arayışa girmesi düşünülemezdi. Kaldı ki, böyle bir ilahi emir olsaydı, bunun Kur’an’da yer alması gerekirdi. (Meal ve yorum Mehmet Okuyan)
İkincisi, İsra suresi 1. âyetinde geçen Mescid-i Aksa’yla ilgilidir; “Bir gece kendisine delillerimizden gösterelim diye kulunu Mescid –i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya (en uzak mescide) yürüten Allah yücedir. Şüphesiz ki O duyandır, görendir” (İsra: 1; Meal: Mehmet Okuyan).
İsra hadisesinin en somut dayanağı, bu Kur’an ayetidir. Ayetteki açıklamalardan Hz. Muhammed’in bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürüldüğü bilgisi net bir şekilde ifade edilmiş, ancak bu götürülmenin ne şekilde gerçekleştiğine dair bir detay verilmemiştir. Bu götürülme hadisesinin cismani mi manevi mi olduğuna dair ihtilaf vardır. Ayrıca Mescid-i Haram belli iken Mesid-i Aksa’nın neresi olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Zira o dönemde Kudüs’te Mescid- i Aksa adında bir Mescid bulunmamaktadır.
İsra hadisesinde geçen Mescid-i Aksa’nın Kudüs’le ilgili olmadığını iddia eden alimler de çıkmıştır ki, anlamı ‘uzak mescid’dir. Hatta Muhammed Hamidullah gibi alimler, semadaki hayali bir mescid olduğunu iddia etmişlerdir. En kuvvetli görüş -ki, o kanaate sahibim- Mescid-i Aksa ile Süleyman mabedini de içine alan Kudüs’ün harem alanının kastedildiğidir. Mescid-Aksa, Emeviler döneminde yapılmıştır. Mescid’in inşasına ilk başlayanın, Abdulmelik b. Mervan olduğu söylenmektedir. Ancak cami, oğlu Velid b. Abdülmelik döneminde tamamlanmıştır. Emevi halifelerinin bir kısmı Kudüs’te biat almışlar ve burada ikamet etmişlerdir. Bundan dolayı Küdüs’ün imarına ayrı bir önem vermişler. Birçok yapı inşa etmişler. Bunlardan önemli bir tanesi de Kubbetü’s Sahra’dır.
Vakıdi ve Erzaki gibi erken dönem kaynakları Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te değil Mekke yakınlarındaki Ci’rane’yle ilişkili olduğunu iddia etmişlerdir. Bilindiği gibi Huneyn savaşında Malik b. Avf’ın kuvvetleri dağıtıldıktan sonra, Hz. Peygamber ele geçirilen ganimetleri Mekke-Taif yolu üzerindeki Ci’rane’de muhafaza etmiş, savaş dönüşünde yaklaşık olarak on üç gün burada konaklamıştır. Vakidi gibi alimler, Hz. Peygamberin burada kaldığı sürede bir namazgah oluşturduğunu ve burasının Mascid-i Aksa olduğunu söylerler. Ve dolayısıyla Hz. Peygamber’in buraya götürüldüğünü iddia ederler.
Ayet nazil olduğu dönemde Kudüs’te Mescid-i Aksa adında bir cami olmadığı gibi, Ci’rane’de bu isimde bir cami de bulunmamaktadır. Ancak Hz. Peygamber burada namaz kıldığı için, onun ibadet ettiği mekan Mescidu’l-Aksa (en uzak mescid) olarak isimlendirilmiştir. (son iki paragrafta İsrafil Balcı’nın İSRA ve MİRAC gerçeği kitabından yararlandım).