Loading...
tr usd
USD
0.21%
Amerikan Doları
41,57 TRY
tr euro
EURO
0.10%
Euro
48,55 TRY
tr chf
CHF
0.15%
İsviçre Frangı
51,97 TRY
tr jpy
JPY
0%
Japon Yeni
0,00 TRY
tr rub
RUB
0.69%
Rus Rublesi
0,50 TRY
tr cny
CNY
0.19%
Çin Yuanı
5,82 TRY
tr gbp
GBP
0.10%
İngiliz Sterlini
55,54 TRY
tr eur-usd
EURO/USD
0.03%
Euro Amerikan Doları
1,17 TRY
bist-100
BIST
-1.04%
Bist 100
11.258,72 TRY
gau
GR. ALTIN
0.23%
Gram Altın
5.012,06 TRY
tr btc
BTC
-0.61%
Bitcoin
4.088.779,24 TRY
tr eth
ETH
-0.54%
Ethereum
135.081,97 TRY
tr bch
BCH
3.24%
Bitcoin Cash
21.552,82 TRY
tr xrp
XRP
-2.45%
Ripple
95,99 TRY
tr ltc
LTC
8.39%
Litecoin
4.462,69 TRY
tr bnb
BNB
1.15%
Binance Coin
39.777,28 TRY
tr sol
SOL
-0.52%
Solana
6.014,93 TRY
tr avax
AVAX
0.48%
Avalanche
662,26 TRY
  1. Haberler
  2. Dünya
  3. TAHRAN’DA HER GECE SİNİR BOZAN HAVA SALDIRILARI YERİNE TACİZ ATEŞLERİ

TAHRAN’DA HER GECE SİNİR BOZAN HAVA SALDIRILARI YERİNE TACİZ ATEŞLERİ

featured

Doğru dürüst bir retorik geliştiremediğimizden veya hayali sloganların dışında herhangi bir paradigmaya sahip olamadığımızdan olsa gerek gizli gizli solculara özeniyorduk. Onların müziklerini gizlice dinliyorduk. Kitapları elimize geçtiğinde okuyorduk ve onların ortaya koydukları pratiklerdeki ciddiyete gıpta ile bakıyorduk. Üniversitelerde okumuş, ciddi duruş sergileyen karizmatik Deniz Gezmiş gibi gençleri, yazarları, ortaya koydukları bir düşünce birikimleri, halk ile diyalog geliştirme yetenekleri ve bundan da önemlisi dünyayı sarsan bir Sovyet devrimleri vardı. Düşünce alanında değerli eserler yazan sayısızca yerli yazar solcuydu. Eğitime, okumaya ve daha güzeli yoksul kesimle diyalog kurmaya büyük özen gösteriyorlardı. 1969 Haziran’ında Filistin’e giderek Eylül’e kadar Filistin gerilla kamplarında kalan, çeşitli operasyonlara katılan Erzurum Aziziye nüfusuna kayıtlı ilköğretim müfettişi Cemil Gezmiş’in oğlu Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, haki parkeleri ve vakarlı duruşları, daha da ilgi çekici olan Zap Suyu üzerinde kurdukları asma köprü çevresindeki gelişmeler, haberler karşısında eziklik duygusunu üzerimizden atamıyorduk. “1969 yazı” İstanbul Boğazı’na köprü tartışmaları arasında, kendi aralarında topladıkları paralarla Hakkâri’ye giden üniversite öğrenceleri, her yıl onlarca insanın canıyla boğuştuğu Zap suyu üzerinde bir asma köprü yaptırmaları ana gündem haline gelmişti. Hasan Pulur, Şemsi Belli’nin “Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler,


Yeddi ceset hetim hetim
Zap Suyunda yüzerler
Hökümate arz eylesem azarlar
Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov?…”
şiirini yayınlamasıyla birlikte solcu gençler Deniz Gezmiş öncülüğünde, ABD 6. Filo, NATO ve faşizm karşıtı eylemlerini bir kenara bırakıp, ülkedeki birçok insanın ismini bile bilmediği Hakkari’nin Zap Suyu üzerinde asma köprü yapmaya gitmişlerdi. Biz ne yapıyorduk? Solculara karşı kimi zaman GLADYO projesi içerisindeki ülkücülerin safında devlet savunuculuğuna savruluyorduk. Bununla birlikte solcu öğrencilerin yürüyüşlerine, duruşlarına özeniyorduk, kimi yerde taklit ediyorduk. Herbert Blumer’e göre insanlar, kalabalık içinde istekleri konusunda kararsız ve isteksiz olduklarından, izlenecek tutarlı yollar yerine sadece etrafındaki insanların davranışlarını taklit ederler. Biz de öyle yapıyorduk. Blumer’e göre toplumsal rahatsızlık toplumsal hareketlerde kritik bir rol oynar, çünkü eğer bir toplumsal rahatsızlık varsa yani insanlar için yaşam şekilleri artık tatmin edici değilse, toplumsal hareketler yeni bir yaşam şekli sunarak yükselirler.

Sürekli gariplikler içerisinde bocaladığımız bir zamanda, hiç kimsenin asla tahmin edemediği bir şekilde Şah’ı ülkeyi yönetemeyecek kadar zor durumda bırakan sol düşünce yerine sürekli olarak Paris’te gündeme gelen İmam Humeyni öncülüğünde bir devrim hareketi, Ortadoğu’nun en organize ülkesi, ABD müttefiki Şah rejimini devirerek yüreğimize su serpiyordu. Dağdan kaçak olarak geçtiğimiz sınırın hemen ötesinde buzları kırıp, abdest aldıktan sonra karların üzerinde şükür namazı kılanlardan tutun, Komale peşmergelerini devrim muhafızı zannedip onlara sarılan arkadaşlarımıza kadar, büyük bir kitlenin yaşamına renk katan bir inkılab olmuştu. Bizi dağdan götüren rehberin basiretli girişimi olmasa belki de o sakallı arkadaşları Humeyni’nin adamları diye ya tutuklarlardı, ya da farklı şeyler yaparlardı. Rehber, “Bunlar Şeyh İzzettin’in müridleri, onun toprağına ayak bastıkları için şükür namazı kıldılar ve sizin onun bağlıları olduğunu bildiklerinden dolayı saygıdan dolayı size sarıldılar.” Demişti.

Urmiye ve Tahran’da yaşam bayram yeriydi. Geceleri sabahlara kadar insanlar sokaklarda oturuyor, hemen hemen herkes inkılabı sahiplenerek imkanı dahilinde bir şeyler hazırlayıp, sokaklardaki insanlarla paylaşıyorlardı. Yürürken onlarca araç sahibi sizi almak için frene basabiliyordu. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız dünyayı huzurla, barışla buluşturup güvenli hale getirmemiz yolunda ciddi tecrübeler sunuyordu. Şah’ın gitmesiyle birlikte herkes rahat nefes almıştı. Bu ruh haliyle yaşam “selavati” olmuştu. Hayal ettiğimiz dünya buydu işte.

Sevincimiz uzun sürmedi. Bir taraftan Halkın Mücahidleri’nin şehirlerde terör estirmesi ve Irak ile başlayan savaş tahayyül ettiğimiz geleceği sonlandırmıştı. İnkılabın ana kadroları savaş ceplerinde bedel öderken geride kalanlar rant, kadrolaşma, sermaye biriktirme peşindeydiler. Bunu görebiliyorduk. Mutluluk duyduğumuz bütün gelişmeler yerini pragmatist endişelere bırakmış, zihnimizde şekillendirdiğimiz devrim ve inkılap ile ilgili bütün değerler yer yer iflas etmişti.. Yine de bir şekilde düzelebileceği ümidine sarılıyorduk.

Biraz da bu hayal kırıklığıyla burada olduğumun farkındaydım. Geleceğe dair ümidimiz kalmadığı gibi, bir planımız, yol haritamız da yoktu. Taş duvarlardan yapılmış bu küçük ev kadar hayallerimi de küçülttüm. Hayatı akışına bıraktım. Çoğunlukla gözleri bağlı şekilde geçirdiğim günlerim büyük bir disiplin içinde geçiyor. Tek bir kırıntının israf edilmediği, her şeyin düzenli bir şekilde disiplin içerisinde yerli yerine konduğu ve günün önemli bir kısmının ders ve sohbetle geçtiği bir program içerisinde, bugün Mesut geldi. Onunla gözleri açık sohbet ediyoruz. En azından tebessüm etmesini, kimi zaman düşünceye dalmasını, yüzündeki ifadeleri görebiliyorum. Uzun bir zamandır aramızda seviyeli bir dostluğumuz var. Günlerimin nasıl geçtiğini soruyor? Aslında biliyor, beni konuşturmaya yönelik bu soru biliyorum.
-Peki geceleri top ateşlerinden dolayı rahatsız olmuyor musun?
-Hayır. Uzaktan belli bir noktaya taciz ateşi olduğunu tahmin ediyorum. Geldiği yer de düştüğü yer de buraya çok uzak.
-Anladım. Ancak bulunduğumuz noktanın çok kritik bir alan olduğunu bilmende fayda var. Herhangi bir sızmada, saldırıda dikkatli olman lazım!
-Tamam da nasıl dikkat edeceğim Mesut kardeşim. Kendimi savunabileceğim bir sopam bile yok.
-Dikkatli olmanı söylüyorum ama normalde endişe edeceğin bir durum yok. Her ihtimali göz önünde tutmamız lazım. Ayrıca arka tarafta sana bir silah da getirdim. Kendini savunman için. Neyse bunları geçelim. İran’ın geleceği konusunda ne düşünüyorsun?
-Sık sık geldiğinden ve dünyayı doğru takip ettiğinden dolayı her şeyin farkında olduğunu biliyorum. Şah son döneminde Van’dan İran bağlantısı tren yolunun açılışına geldiğinde çevredeki güvenlik tedbirlerinden muhalefetin ne kadar etkili olduğunu anlamıştım. 21 Temmuz 1971’de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ve CENTO Genel Sekreteri Turgut Menemencioğlu’nun Van İskele’de katıldıkları törenle işletmeye açılmıştı. Güvenlik o kadar sıkıydı ki, neredeyse üzerinizdeki bir toplu iğneye bile izin verilmiyordu. Tren yolu boyunca her on metrede karşılıklı iki asker nöbet tutuyordu.

1925’e kadar İngilizlerle ortak hareket eden Rıza Han 1925’te bu ilişki neticesinde, ulemanın da desteğini alarak İran’ın lideri ve şahı oldu ve muhalif grupları ezerek tek güç haline geldi. Ateşli konuşmaları ve dirayetli duruşuyla sanki pragmatik bir adamın planlanmış birer adımı şeklinde olan İmam Humeyni, 1944’te yazdığı bir yazı ile şaha açık muhalefete başlamış, Şah’ın ‘Ak Devrim’ini eleştirmeyen ulemayı zalim rejimle işbirliği ile suçlamaya başlamıştı. İmam Humeyni 16 yıllık eğitim sonrası henüz 33 yaşındayken müçtehitlik mertebesine yükselmesiyle birlikte seyitlik konumu onun geniş kesimler tarafından tanınmasına vesile oldu. İmam Humeyni Şah’a “tiran” diyor ve yönetimden uzaklaştırılması gerektiğini belirtiyordu. Şah, Humeyni’yi Irak’tayken Hindistan asıllı olmak ve İngiltere ile çalışmakla suçlarken Humeyni ise şahı Amerikan kuklası olmakla suçluyordu.

İmam Humeyni’nin Paris’teki Novfel Le Şato’da Beni Sadr’ın evinde ikamet etmeye başladığı dönemlerde medyada sürekli gündeme gelen demeçleri, karizmatik duruşu, medyaya servis edilen fotoğrafları, röportajları hepimizin ilgisini çekiyordu. Aydınların, üniversitenin, okumuş kesimin şekillenmesinde katkısı olan Ali Şeriati’nin aksine, İmam Humeyni sade diliyle halk kesimini etkiliyordu. Şah’ın 16 Ocak’ta ülkeyi terk etmesinden 2 hafta sonra İran’a gelen İmam Humeyni, ilk iş olarak Mehdi Bezirgan’ı geçici başbakan ve Beni Sadr’ı da cumhurbaşkanı olarak atayarak tam bir demokratik cumhuriyet inşası izlenimi yaratmış, birkaç hafta sonra da Şah döneminde Fedaiyan-i İslam grubu içinde olan Ayetullah Halhali’yi İnkılab Mahkemelerini kurmakla görevlendirmişti. Yüzlerce kişinin idam cezasını herhangi bir yargılama ve savunma olmadan veren Halhali’nin halk arasındaki lakabı ise ‘İnkılab Celladı’ şeklindeydi. Mahkemeler genelde gece yarısı ve çoğu kez birkaç dakikalık göstermelik yargılamalardı. Hatta Halhali, birçoğunu yargılamadan infaz ettiğini röportajlarında çekinmeden söyleyebiliyordu. Bu yasal olmayan garip durum birkaç ay devam etti. Her sabah ülkenin değişik kesimlerinde gazetelerde kurşuna dizilmiş insanların cansız bedenleri teşhir ediliyordu. Bu muhalif yandaşlar arasında Halkın Mücahitleri Örgütü, Peykar, Tudeh Partisi, Halkın Fedaileri, Rencberan ve Millî Cephe gibi başlarda inkılaba destek veren ama daha sonraki uygulamalardan dolayı İmam Humeyni’ye muhalif olan gruplar vardı.

Aklıma geldiğinde hep tebessüm ediyordum. Tahran’a daha yeni gittiğimiz günlerdi. Beni Sadr ile İmam Humeyni’nin görüşmesini TV canlı veriyordu. Beni Sadr, “Yönetimin sağlıklı olması için, izin verirseniz Ahmet Humeyni’yi başbakan yapalım!” dediğinde İmam Humeyni öfkelenerek, “yani sen diyorsun ki, bir saltanatı yıktık yeni bir saltanat kuralım! Böyle bir şey olur mu? Bu halk Şah rejimini devirinceye kadar büyük bedeller ödedi, şemdi yeni bir saltanat mı kuracağız? Buna asla izin vermem!” dedi. Çok az Farsça bilmeme rağmen ortak kelimelerle söylenenleri rahatlıkla anlıyordum. Ve anladığımı yanımdaki arkadaşlarla paylaşınca onlar da mutluluk duydular.

Evrensel bir İslam inkılabı paradigması oluşturmaya çalışıldığı bir zamanda, inkılab kadroları ve özellikle de Ahmet Humeyni aracılığıyla İmam Humeyni ile kurduğu yakın ilişkiyle Haşimi Refsencani, Ali Ekber Velayeti’nin uluslararası zeminde zor durumda kalmasını da öne sürerek “inkılabın yayılması için önce İran’ın güçlenmesi gerekir. Güçlü olmayan bir İran, hiç kimseye bir fayda sağlayamaz” tezini ortaya attı. Dünya halklarını esas alan İmam Humeyni’nin aksine, Refsencani, Hameneyi ve Velayeti inkılabın ihracının devletlerle kurulan ilişki ve diplomasi yoluyla yayılabileceğini savunuyordu. Yani kısacası, evrensel düşüncenin yerine ulusal endişeler ön plana çıktı ve bu tezler inkılab liderinin desteğini alınca da bu düşüncenin dışında kalan çevreler merhale merhale etkisiz kılınmaya çalışıldı. Evrensel düşünce yanında durmaya çalışıyorduk, ancak “Önce İran” diyenler kazandı. Biz kaybettik. Zamanla düzelmesini bekledikse de yakın durduğumuz bütün çevreler, bu en üst makamın desteğiyle etkisiz kılındı. Bize de dokunmaya başladılar. Teslim olmamızı istiyorlardı. Olmadık. Olmayınca elimizdeki imkanlar alınmaya başlandı.
-Sanırım en çok da Seyid Mehdi Haşimi’ye karşı başlatılan operasyon ve Ayetullah Munteziri’nin itibarsızlaştırılması politikaları rahatsız ediciydi.
-Fiziki de olmasa psikolojik olarak mağlubiyeti kabul ettik gibi. Buralara gelişim de bir nevi belki yeni bir imkan oluşur düşüncesiydi. İnkılabın en dinamik kadroları ya savaş cephelerinde veya şehirlerde estirilen terör neticesinde can verdi ve geride kalanlar İrancılık ve biraz da mezhepçilik üzerinde yeni bir paradigma oluşturmaya çalışıyorlardı. Mehdi Haşimi ile görüştüğümüzde, ‘bugünlerin geçici olduğunu ve ağanın ülkenin rehberlik makamına geçtiği zaman her şeyin düzeleceğini, merak etmememiz gerektiğini’ vurguluyordu. Hep düzelmesini bekledik. Ayetullah Munteziri’nin rehber olacağı zaman bunun kesinlikle düzeleceği ümidimiz, Mehdi Haşimi’ye operasyon düzenlemeleriyle birlikte kırıldı. Şimdi böyle bir şaşkınlık içerisindeyiz.
-Dilerim sonumuz hayırlı olur. Bu konuları ara ara konuşuruz. Ben şimdi silahı yanına bırakıp gidiyorum. Kendine iyi bak. Sabırlı ol. Merak etme, her şey güzel olacak.
-İnşallah…
Gitmeden yanıma bir silah bıraktı. Şarjörde tek mermi vardı. Önce mermiyi kontrol ettim, çürük mü diye? Sonra silahın iğnesi dahil bütün parçalarını gözden geçirdim. Bir sorun yoktu ama tek bir mermi ile kendimi nasıl savunacaktım? Sonra “birdenbire bu silah nereden çıktı?” diye zihnimde düşünceler uçuşmaya başladı.

(Devam edecek)

TAHRAN’DA HER GECE SİNİR BOZAN HAVA SALDIRILARI YERİNE TACİZ ATEŞLERİ
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

H24 Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.