Günlerden Salı. Xarzan’lı çerçi suyun öte tarafına geçmek istedi. At ürkerek kişnedi. Çerçi akıntıya kapıldı. Cesedi Hısn-ı Keyfa’da Mezopotamya’nın kuzey kapısı’nda bulundu. Bunu duyan Kral Bâd ve halkı çok üzüldüler. Günde bir öğün ağladılar hep beraber. Ağladılar çünkü çerçiyi çok seviyorlardı. Nisibis’li Havari Pavlus’un soyundan geldiğine inanıyorlardı.
“Pavlus! Nasıralı İsa’nın kadim dostu.
İsa çarmıhtayken ona bakıp ağlayan Pavlus.
Çerçi’nin atası Pavlus.”
Ağlamak köleliğin ifadesiymiş Pavlus için. Pavlus İsa’ya, Kral Bâd ve halkı onun torununa ağlıyordu. Kral Bâd ağlarken bulutlar saygıyla dağılıp yol verdiler onun göz yaşlarına. Silvan’ın çarşı pazarında günlerce konuşuldu Çerçi’nin ölümü. Kalenin Boşat Kapısı ikinci bir emre kadar kapalı kaldı. Hançepek’te mahzenlerden şarap çıkarılmadı günlerce. Küplerde Kawa’nın içtiği en son şarap ve Avesta’nın kutsallığı vardı. İçmediler Ahura Mazda’nın gazabına uğrayacaklarını bile bile.
Atina’dan gelen Kûdüs kervanı konaklamadan Meyyafarıqin (Silvan) kalesini terk etti. Günde bir öğün ağlayan şehirde neşe kalmamıştı artık. Onlara gitmeyin denildi ama onlar yolcuydular.
Müslim ve gayri müslim’lerden oluşan şehir sakinleri Çerçi’nin takva sahibi bir zât olduğuna inanıyorlardı. Ölümünden kendilerini sorumlu tutup tanrı tarafından cezalandırılmalarının an meselesi olduğuna inanıyorlardı.
Günlerden Çarşamba. Salı’dan sonra, perşembe’den önce. İsa’nın takvimi 1145 yazıyordu. Bâd oğlu Dostık Sarkis’i huzuruna çağırarak; ‘Şanıma yakışır bir köprü yapabilir misin?’ dedi.
Taşlar traşlandı, yumurta sarısı kuma karıştırılıp, ebced matematiğiyle güneş hesabı yapıldı. Köprü’nün bir ayağı Silvan’a diğer ayağı Pers diyarına düştü. Yıl; 1147. Sarkis Kral Bâd’a gitti; ‘Köprü tamam’ dedi.
Kral Bâd köprüye vardı. Sol elini suya koyup, sağ elini göğe çevirdi, ‘Allah’ım düşmanlarım bu köprüden geçmesinler’ dedi. Sarkis’e dönerek, ‘Ellerine sağlık Sarkis usta! Bir isim ver buna’ dedi. Sarkis, ‘Malabadi’ yani ‘Bâd’ın Evi’’ dedi. Kral Bâd eline Sarkis’in gönyesini alıp Sarkis’in gözlerine baktı;
‘Cinlerin ve insanların peygamberi Süleymanın ustaları Efrahim ve Benyamin ancak bu kadarını yapabilirlerdi. Al bu altın kesesi senin mükafatın’ dedi.
Cümbüşler çalındı, çengiler oynadı. Üç gün iki gece deve eti yenildi. Ahalinin gülüşü kırılan ince belli baraklar gibiydi. Bir daha kimse yılda iki kurban isteyen bu suda boğulmayacaktı. Malabadi’nin haberi Xarzan’a tez ulaştı. Xarzanlılar Kral’a hayır dualarında bulundu. Çerçi’nin mezarında boyunları bükük olan Berçelan laleleri, ayçiçekleri gibi güneşe baktılar. Doğurgan kadınınların eteğinden milyon tane çocuğun sesi duyuldu.
Şam, Herat ve Bağdat’a haberci güvercinler gönderildi. Herat’lı kör nakkaşlar elleriyle dokundular ve güvercinlere şöyle dediler, ‘Bunları gönderenler Lahor’lu nakkaşlardır’. Nakkaşlar yanılıyordu. Kalp gözleri ilk defa onları yanıltıyorken onlar farkına varamadılar. Dicle ve Fırat ilk defa Şabt-ül Arap’ta öpüşürken on iki imam Kerbela’da karşılaştılar. Karacadağ son defa lavlarını kustu.
Kral Bâd, Badıka’ya ava çıktı. Xezali ovasına vardı. Ceylan arayan gözleri toy bir Ceren’e takıldı. İpek işlemeli okunu yayından çıkardı. Kıyamadı yavru ceylana, peşine verdi. Ceren küçük bir köprüden geçti. Kral Bâd bu köprüyü daha önce hiç görmemişti. Bunu kimin yaptığını sordu. Badıkan Mîr’i Şeyh Badin cevap vermekte gecikmedi;
‘Sarkis’in ustaları yaptılar. Malabadi köprüsü yapılırken taşları bu köprüyü kullanarak taşıdılar. Sarkis usta’nın haberi yok bu köprüden, adını Kemuk koydular’ dedi.
Günlerden Perşembe. Yılın ilk ayı. Enderûn’da okuyan Derviş Mehmed’in oğlu, nam-ı diğer Evliya Çelebi, Bitlis beyine gidiyordu. Şerefnâme’nin babası Şerefhan Bedlisi’ye. Silvan’ı geçti Malabadi’ye vardı. Ve dedi; ‘Nefsimin yedi kudretini elinde tutan ey büyük Allahım! Ademoğlu neler yapıyor? Malabadi’nin altına Ayasofya’nın kubbesi girer. Ben Enderûn’da okurken rastlamadım böyle mûsikiye?’
Günlerden Cuma. Miladi 1893. Hayırlı bir gün ama o gün hayırsız bir Frenk köprüye vardı. Adı Albert Gabriel. Sözde seyyahtı. Özde ise ‘Baharat Yolu’ hırsızıydı. Gözünü köprüdeki kitabeye dikerek, ‘Lauvre Müzesine yakışır’ dedi. Gece sessiz ve karanlık. Süreyya yıldızı bir şeyleri merak edercesine gök kubbeye eğilmişti. Malabadi için amansız acıları yaşama ve yetimler gibi ağlama vaktiydi. Saçına düşen ak’ları sayma vakti gelmişti. Kral Bâd ve Sarkis usta yoktu. Bomboş gök yüzünde Akbaba sürüsü geçiyordu sanki. Nerden çıktı bu adam? Ne istiyordu ondan? Anlamakta gecikmedi…

Gabriel, elindeki balyozu salladı acımadan. Ceylanlar ürktü, baykuşlar gayri resmi ayinlerini kesip lâl oldular. Balyozdan çıkan sesler Mereto dağında yankılandı. Heredot başını avuçlarına alıp Apollo’ya bir şeyler fısıldadı, ‘Yetiş Hermes burada’ dedi. Mar Marutha’nın kilisesi son defa çanlarını çaldı. Selahatin-i Eyyubi camisinin minaresinden bir daha şiir sesi duyulmadı. Gökten Sarkis usta’nın yıldızı kayarak, Xarzan toprağına düştü.
Gabriel, ‘Statik hesaplamanın olmadığı bir çağda bu köprünün yapılması hayret verici’ diyerek bu defa gözünü köprünün ‘Kilit Taşı’na dikti. Gabriel hırslı bir hırsızdı ama balyozunun gücü buna yetmedi. Beceremedi çünkü aç gözlü ve üç yüz yıl durmadan cadı avına çıkan ataları gibiydi. Tek kişilik Haçlı seferinin hem Aslan Yürekli Richard’ı hem de Rodos’un şövalyesiydi. Çok uğraştı yinede kilit taşına bir şey yapamadı. Çünkü Sarkis usta Paskalya gününde yumurtaları gök kuşağı rengine boyarken Malabadi için dua etmişti. Meryem oğlu İsa’ya yalvarmıştı.
Günlerden Cumartesi. İsrailoğullarının takviminde ‘Sebt’ günü. Dua günü. Avlanmak, zenaatla uğraşmak ve ticaret yasak idi. İzak yasaklı günde Malabadi’ye çıktı. Oltayı suya fırlattı. On Emir’e uymadı. Tûr û Sina dağında Musa Peygamber duraksadı. Dönüp halkına baktı. Zeytin ve İncire and içti. İsrailoğullarını Ramses’in zulmünden kurtaran rabbinden yardım istedi. Ninovalı Yunus’a bir şey olmasın ve oltaya takılmasın diye.
Günlerden Pazar. Miladi 2006. Adnan ATEŞ, Malabadi’ye vardı, ‘Sarayova’dan geliyorum. Kardeşin Mostar taburcu oldu. Sana onun selamlarını getirdim’
Adnan Ateş
* Bu yazı 2006 yılında “Esmer” dergisinde yayınlandı.