H24/ Makale / Faysal Mahmutoğlu
12 Eylül 1980’de Afyon’daydım. Sabaha karşı zil çaldı; kapıda MTTB Afyon Başkanı yakın arkadaşım belirdi. Bir anormallik olduğu belliydi. “İhtilal oldu!” dedi. Kim yaptı, diye sordum. “Ordu” cevabı sürpriz olmadı. Bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra geleceğimizi konuşmaya başladık. Tutuklanacağımızı anladık. Kaçış planları yapmaya başladık.
Sokağa çıkma yasağı olduğu için dışarı çıkamadık. Bir gün sonra, üç gün önce boşalttığımız evin polis tarafından basıldığını öğrendik. Polis takibindeydik ancak taşındığımızı fark etmedikleri ortaya çıktı.
Yeni ev sahibimiz, MSP’nin ileri gelenlerinden bir iş insanı, haber göndererek derhal evi boşaltmamızı istedi. MSP eski il başkanı da haber yollayarak “Çarşıda karşılaşırsak bana selam vermesinler” dedi. Onunla bir daha hiç karşılaşmadık. Bu iki gelişme, o gün için bizlere çok şaşırtıcı gelse de daha sonra siyasetin doğal mecrasının böyle olduğunu anladık.
Gözaltında işkence seanslarında karakol gezdiriyorlardı. Nerede olduğumuzun ve hangi karakolda işkence gördüğümüzün bilinmesini istemiyorlardı. Gene bir gece mesaisinde sabaha karşı, ölebileceğimi düşünerek farklı bir karakola ve nezarethane dışında bir odaya konuldum. Odada uzanıyordum. Ellerimi kalorifere kelepçelediler. Sabah bir polis elinde büyükçe bir tepsiyle içeri girdi. Bizleri evinden çıkartmak isteyen iş insanı kahvaltı göndermişti. Onun evinin yakınındaki karakolda olduğumu anladım. Şehrin dışında bir karakoldu. Polis kahvaltıya dokunamayacağımı biliyordu. Ellerimi çözdüğünde, “Kaçmaya teşebbüs edersen vurulursun!” diyerek odayı terk etti. Onu söylerken hareket edecek mecalim yoktu. Polis tepsiyi almaya geldiğinde kahvaltıya dokunmadığımı görünce üzüldüğünü fark ettim.
Daha sonra alıkonulduğum Eskişehir Askeri Cezaevinde avukat dışında ziyaretçi kabul edilmiyordu. Bir gün “Ziyaretçin var!” denilince şaşırmıştım. Karşımda sakallı bir kişi duruyordu. Bu darbeyi ilk haber veren arkadaşımdı. Ciddi bir risk alarak sahte kimlikle gelmişti. Bir şekilde idareyi ikna etmişti. Neden böyle bir riske girdiğini sorduğumda ülke dışına çıkacağını, son bir kez görmek için bu riski aldığını söyledi.
Yurt dışı dönüşü bir süre hapis yattıktan sonra memleketine yerleşip ticarete atıldı. Gençliğinde çok zengin bir kitaplığı vardı, çok okuyan biriydi. Afyon gençliği üzerinde ciddi emeği olan bir ağabeyimizdi.
Bu fedakâr arkadaşım, 12 Eylül 2010 anayasa referandumu öncesi beni aradı ve oyumun rengini sordu. Diktatörlüğe yol açabileceği, 12 Eylül 1982’de hazırlanan anayasanın kök salmasına katkı sunacağı gerekçesiyle red oyu vereceğimi söyleyince aşırı tepki gösterdi.
12 Eylül 2010 referandumu oylamasından öncesi Fetullah Gülen “imkân olsa, mezardakileri bile kaldırarak evet oyu vermeye” çağırmıştı. Gelinen süreçte 12 Eylül baskı rejimin nasıl inşa edildiğini yaşayarak gördük. Bu otoriter rejimine giden yolun en önemli taşları 12 Eylül 2010 referandumu sonrası döşendi.
Ardından 2015 Haziran genel seçimlerinde AK Parti çoğunluğu yitirdi. ‘WhatsApp Durum’da sürekli paylaşımlarda bulunuyorum. “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onlara ancak, gözlerin dehşetle açılacağı bir güne erteliyor” (İbrahim
42-47) ayetini paylaştım. Bunu iktidarın çoğunluğunu kaybetmesine yorumlayan o arkadaşım beni aradı. “Sen nasıl böyle bir paylaşımda bulunursun?” diyerek ağır hakaretler edip telefonu kapattı. Cevap vermek için geri aramadım. Telefonu açmayacağını biliyordum.
Covid 19 Pandemi sürecinde koronavirüse yakalandı. Vefat haberi beni ziyadesiyle üzdü.
Geçmişte birlikte yargılandığımız, mücadele arkadaşlarımızın çoğu, günümüzde aynı veya benzer düşünceleri savunuyor.
12 Eylül 1980 askeri darbesi Cumhuriyet tarihinin askeri darbeler dizisinin en zalimi, en acımasızıydı. Tarihe insanlığın kara bir lekesi olarak geçti.
Darbenin lideri Kenan Evren, kendini Cumhurbaşkanı seçtirerek bir döneme damgasını vurdu. Adeta bir kuşağın yok olmasına neden oldu. Ülkenin geleceğini ipotek altına aldı. Hak ve özgürlükler, güvenlik karşısında istisna haline getirildi.
Darbe öncesi oluşturulan kaos ortamıyla, iç savaş görüntüsü verilerek 12 Eylül’e meşruiyet sağlanmaya çalışıldı.
Darbe sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı, 1.683.000 kişi fişlendi, sıkıyönetim mahkemelerinde 230.000 kişi yargılandı. Hapishanelerdeki açlık grevlerinde 14 kişi yaşamını yitirdi. Mamak Askeri Cezaevinde B Blok 7. Koğuşta açlık grevine başlayan tutuklulara şekerli su verip yardımcı oluyordum. Bu da ülkücü tutukluları hayli kızdırıyordu. “Komünistlere ne diye yardım ediyorsun?” diyorlardı. Kaçarken 16 kişi vuruldu, çıkan çatışmalarda 74 kişi öldürüldü, işkencede öldürülüp doğal ölüm raporu verilenlerin sayısı 73, intihar ettiği bildirilen 43, işkence sonucu öldürülen 171, hakkında idam cezası istenen 7000, ölüm cezası verilenler 517, onaylanan idam cezası 124, infaz edilen 50 ki bunların içinde 18 yaşını doldurmayanlar vardı. Dosyası Meclis’te bulunan idam hükümlüsü sayısı da 259 kişi.
Darbenin ardından TBMM, tüm siyasi partiler, dernekler ve sendikalar kapatıldı. Üniversite özerkliği ortadan kaldırıldı ve üniversiteler tamamen Yükseköğretim Kurumu’nun (YÖK) denetimine verildi.
Milli Güvenlik Konseyinin çıkardığı, temel hak ve özgülükleri kısıtlayan, yargı denetimini daraltan, kolluk güçlerine aşırı yetki veren yasalar anayasa hükmüne dönüştürüldü. Darbe sürecinde işlenen insanlığa karşı suçların failleri zamanaşımı veya “devlet sırrı” zırhıyla korundu.
12 Eylül darbesi devletin militerleşmesini sağladı.
Kana Evren yargılandı mahkeme bir sonuca bağlanmadan 98 yaşında öldü. Cenazesine ailesi dışında kimse katılmadı. Ancak bugüne kadar ne toplum, ne siyaset, ne yargı ne de basın 12 Eylül askeri darbesiyle yüzleşebildi. Tıpkı 1915’le, Varlık Vergisi ile, 6-7 Eylül ile yüzleşilmediği gibi. 12 Eylül darbesiyle yüzleşilmediği içindir ki, 90’lı yılların faili meçhul cinayetleri de çözülemedi. Türkiye, Arjantin veya Şili gibi olamadı.
Maalesef toplumun ekseriyetinin 12 Eylül’e çeşitli biçimlerde rıza gösterdiğini, sessizce onayladığını, olanları pek de dert edinmediği bir gerçek. Bu kesim 1915’ Dersim’e, 27 Mayıs’ta Menderes ve arkadaşlarının idamına ve 28 Şubat’a da olumlu bakıyordu.
12 Eylül’ü içten alkışlayan çevrelerden biri de iş dünyasıydı. Zira darbe ve cunta sermayeden yanaydı. İşçi sınıfının örgütlülüğünün minimum düzeye inmesini sağladı. Ana akım medyanın büyük çoğunluğu, Aydınlar Ocağı gibi muhafazakâr kuruluşlar darbeyi olumlu görüyorlardı. Türk-İş’in faaliyetleri durdurulmadı, HAK-İŞ desteğinin karşılığını Şubat 1981’de mal varlığına kavuşarak aldı.
Türkiye’nin içinde sürüklendiği derin karanlığın en önemli nedeni hiç kuşku yok ki 12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbedir.
Kısacası 12 Eylül en yalın tanımıyla toplumun korku salan bir devlet şiddeti ile hizaya getirilmesinin adıdır.
