Dönüşüm/dönüştürme konusunda Kürtlerin özgün bir fikre sahip olduklarına inanmak zor. Zira Kürtler açısından söylersek; dönüştürme veya dönüşme, ancak ve ancak koşulların doğduğu aynı “sit alanı”ndan kalkarak hazırlanabilir. Bu da başka toplumsal deneyimleri katı bir taklitçilik veya kabullenerek ortaya çıkmaz.
Düşünce gibi kültürün dönüştürülüşü sömürücü olmayan yerleşik siyasi kurumların inşasına muhtaçtır. Dolayısıyla düşünce ancak aynı kökene ve hedefe sahip düşünce aracılığıyla dönüştürülebilir. Bu da konumuzun büyük bir parçasını oluşturmaktadır. Bu zamanlarda hiç abartıya kaçmadan söylenebilir; Kürtler tarihin diğer tüm uluslara yüklediği bağımsızlık fikrinden uzaklaşıyorlar. Bu durum bir ulus açısında bunalımdır. Uzun zamandır süren bir bunalım.
Son yıllarda farklı mecralarda gözlenen yeni devinimlerin teşkil ettiği bu durum, Kürtlerin gelişmeleri değerlendirebilecek durumda olmadığını ve siyasal değişimin çok uzağında olduğunu gösteriyor. İşte büyük soru da bu: Kürtler siyasi tarihin neresinde duruyor? Bu soruyu ciddiye alır ve sonunda düşmüş olduğumuz bu durumun bütün sonuçlarını düşünürsek iyi ederiz. Zira Kürtlerin mevcut halini bir çırpıda değiştiremezsek bile, değiştirmenin mümkün olabildiğini varsayıyoruz. Ancak bana öyle geliyor ki, siyasi tarih bağlamında Kürtler dönüştürücü değil, dönüşümün aparatları olarak diğer egemen uluslara bağımlı bir dizi varlıktan ibaretler. Bu şu anlama gelir: Kürtler, kendilerinin egemen olmadığı yıkıcı bir gücün talimatı ve talebiyle karşı karşıyadır. Rahatsızlık verici olan da asıl bunu kanıksıyor olmaları ve onları köksüzleştiren bu kötümserliğin ardından gitmeleridir.
Bakıldığında açıkça ortada ki, Kürtler tarihin birçok kesitinde “büyücünün çırağı gibi, elindeki aletle işin içinden çıkmayı başaramıyor.” Besbelli ki Kürtler ruhlarına sinmiş bu itaatkâr kötümserlikten kurtulamayacak. Ama burada öne çıkan belirleyici soru Kürtlerin geçmiş ve gelecek arasında nasıl bir tahayyüle sahip olduğudur. Çünkü bütün bunların arkasında bana göre, Kürtlerin elinde nasıl bir tarihi tecrübe olduğu konusudur. Elbette ki burada amacımız geçmişi tekrarlamak için boş hayallere kapılmak değildir. İstediğimiz şey bir başka deyişle yaratmamız gereken Kürtlerin kendilerini yönetebilecek, modern dünyanın diğer ulusları gibi kendi geleceğine karar verebilme özgürlüğünü elde etmeleridir. Bu husustaki arayışı gidebildiği kadar geriye götürmek gerekir. Zira geçmiş ve gelecek açısından tarihsel dönüşümü merkeze alarak kendimize dair olumlu-olumsuz etkenleri keşfetme şansını yakalayabiliriz. Bütün bu sürecin ağırlığı kendince yönetmelerle değil, kamusal ve siyasal örgütlenmenin yanı sıra kurumsallaşmaya özgün yönetmelerle ortaya konulabilir. Bu doğrultuda iki noktanın doğru anlaşılması lâzım. Birincisi toplumsal ve moral değerlerin siyasi ve sosyal hadiseler çerçevesinde ele alınması, ikincisi mevcut ve olası gelişmelerin çözümleyici nitelikte olmasıdır. Çünkü hadiselerin bu çerçevede yorumlanması önemli bir meseledir. İşte Kürtlerin kendi geleceklerini biçimlendirmesinin temel prensibi de burada ortaya çıkar. Bir başka ifade ile bağımsız bir ulus toplum olabilmelerinin mantıksal koşulu veya arka planda yer alan itici güç de burada yatmaktadır.
Bu açıdan bizim perspektifimizde ulus toplum olabilmek rastlantısal bir nedene değil, Kürtlerin kendi moral ve siyasal değerleri çerçevesinde oluşturabildikleri kendi bünyelerindeki bağımsız örgütlenmelerden, ekonomi-politik yapılanmalara bağıldır. Geçmişte olduğu gibi siyasi tarihi şekillendiren ana etken bu çabaları içerleyen olgulardır.
Öte yandan bakıldığında tarih insan eylemlerinden ve insan akılsallığından bağımsız bir işleyiş gösteremez; gelişim ancak onu kışkırtan bir neden veya olasılıktan hareketle gerçekleşir. Kürtlerin bu düzlemdeki yeri ise eksik bırakılan bu boşluğun ulusal bir bilinç ile doldurulmasıdır. Yani kendini gerçekleştirme mottosu ile kesintisiz kurumsallaşma çabalarını devam ettirmesidir. Bu hususta her halükârda ilerlemeci tarihsel akış bağlamında kendini temellendirmesidir. Çünkü söz konusu ilerlemeye anlam yüklemeden tarihle olan ilişkimize dair çıkarımlarda bulunamayız. Bulunsak bile bu bizi tarihin öznesi değil, nesnesi yapar.
Şunu da ifade etmekte yarar var; tarih doğa gibi rastlantısalla ilişkilendirilemezdir. Buradaki en önemli problemli nokta, Kürtler gibi devletsiz ulusların bu ilerlemenin farkında olmayışlarıdır. Kürtlerin tarihsiz kaldığını iddia etmiyoruz, ancak farkına varılmadan bu yöne doğru bir evrilmenin gerçekleştiği görmezlikten gelinemez. Kürtlerin tarihsiz bırakılmaları sorunu onları ileriye değil gerilemeye götürür. Ancak tarihsiz bir bilinçle bir miktar gelişme sağlayabilse de gelecekte onlara egemenlik hakkı tanıyan “devlet”ten yoksunluğu sürdüremezler. Dolayısıyla hem ekonomik ve hem de siyasal kurumların katılımcı geniş tabanlı varlığı siyasal merkezileşmenin yanı sıra ulus toplum olabilmenin temel şartıdır.
Kapsayıcı kurumların inşası
Yerleşik ulusların toprak ile ilişkisi siyasalın merkezileşmesi gibi irili ufaklı ticari ve sanayi gibi kurumların da istikrarlı bir şekilde merkezileşmesine yol açar. Bununla birlikte orta düzeyde ticaret erbabının sahip olduğu sermayenin güçlenmesini ve toplumsal refahın düzeyini de arttırır. Aynı zamanda siyasal gücü geniş halk kesimlerine açarak toplum üzerinde kayda değer bir etkiye sahip olmalarını sağlar. Bunun sonucunda siyasal merkezileşme üzerinden çoğulcu bir topluma ulaşılarak faaliyetlerin genişlemesinin önündeki engeller kalkmış olur. Kürtlerin bu kapsayıcı siyasal ve sosyal kurumların geliştirilmesi iki etkene bağlıdır. Bunlardan ilki, toplumun dâhil olduğu siyasal kurumlardır. Daha önemli olansa geniş ve kapsamlı bir koalisyon meydan getirmektir. Bu durum, çoğulcu siyasal kurumlara temel oluşturur ve bu kurumlar üzerinden ulusal bir ekonomi-politik inşa edilebilir. “Kürt sorunu” gerçekliğinin kendi bağlamında anlaşılması ve tarihselleştirilmesini mümkün kılan en önemli adım ise bahsedilen merkezileşmiş siyasettir. Bu hem Kürtlerin dış dünya ile ilişkilerine bir yenilik getirir hem de bitmek bilmeyen ulusal sorunu açıklayacak bir tarihi süreç oluşturmasına katkıda bulunur.
Bu tür kritik dönemeçler değerlidir, çünkü aşamalı bu gelişmelere karşı siyasal ve ekonomik kurumların üretiminden yararlanmak önemlidir. Kürtlerin bu meseleleri kavramadaki durumu yahut yeni bu değerler çerçevesinde muhakeme etmesi veya siyaset üretmedeki bu çabaları uzun bir süreci gerektirse de gerçekleşmesi durumunda önemli sonuçların oluşumunu sağlar. Bu noktadan sonra üretilen bu siyasetleri belirleyen; merkezdeki politikacılar, toplumdaki çoğunluklar ya da değişen bu değerlere yaklaşım bir dizi ulusal talepleri gündeme getirir. Bunların başında da kendini yönetme gerçeği. Bir başka ifadeyle, kritik dönemeçlerde bu kurumsal farklılıklar büyük önem arz ederler ve doğal olarak daha büyük başka anayasal farklılıkları da berberinden getirirler. Her şeyden önce, süreci başlatacak olan bu kurumsal yapılar toplum ve bireylerin yaşamları üzerinden çok daha güçlü etkileri olan sosyal kurumlar yaratırlar. Burada önemli olan söz konusu bu kurumlar arasında üretime dayalı bir ilişkinin kurulmasıdır.
“Mevcut ekonomik ve siyasal kurumlar güç dengesini şekillendirip siyasal açıdan neyin olanaklı olduğunu gösterirken kritik dönemeçlerdeki olayların sonuçları da tarihin ağırlığıyla şekillenir. Bununla birlikte, sonuç tarihsel olarak önceden belirlenmiş değildir; olumsaldır. Bu gibi dönemlerde izlenecek kesin kurumsal gelişim rotası ise karşıt kuvvetlerin hangisinin başarıya ulaşacağına, hangi grupların etkin koalisyonlar oluşturacağına ve hangi liderlerin olayları kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirebileceklerine bağlıdır” (Daron Acemoğlu- James A. Robinson, Ulusların Düşüşü, DK, s. 107)
Bu noktadan hareketle, siyasetin yanı sıra ulusal bilincin dayandığı temel aksiyom ve tüm bunları içeren mevcut kurumsal yapıların temellendirilmesine yönelik çalışmalara yönelime ihtiyaç var. Ulusal bir mücadele için bu kolayca tanımlanabilir ve açık bir şekilde kapsamlı hale getirilebilir. Bu bakımdan Kürtlerin görevi tarihi karalamak değil, onu bir toplumun ilerleyişi babında siyasetin merkezine taşımak olacaktır. Diğer bir deyişle söz konusu olaylar arasında ilkesel bağ kurarak ulusal bir dinamizme dönüştürmektir. Bu nedenle ekonomik ve siyasal kurumlar siyasetin gelişme ve ilerleme süreçleri ile nitelendirilebilecek bir süreklilik taşır. Kürt siyasalının en temel hareket noktası da burasıdır. Kürtler ancak bu sayede kolayca ve daha dinamik bir şekilde ulus merkezli politik yapılanmalar inşa edebilir ve kurumsallaşabilirler.
Kısacası tarihsel tecrübeyi şimdi ve geleceğe taşıyarak onu kesintisiz bir sürece dönüştürebilirler, zira tarih bitmez aksine kesintisiz ama farklı formlarla ilerlemeyi devam ettirir.