1. Haberler
  2. Genel
  3. Barışa Dair Anlamlı Ama Yetersiz Bir Çağrı

Barışa Dair Anlamlı Ama Yetersiz Bir Çağrı

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala


Evvelsi gün Kürt ve Türk islamcılığının ortalaması bir gurup aydın ve entellektüel ,yazar çizer,molla,eli kalem tutan dindar camia “Müslüman Aydınlar” etiketi eli ile Kürt meselesinin çözümüne dair bir barış çağrısı metnini kamu oyu ile paylaştılar.İmzacıların çoğunu yakinen tanıyoruz…
Metin yayınlanmadan önce bana da gönderildi.Kimlerin imzacı olduğu belli değildi.Ama tahmin ediyordum.Ben metindeki söylem ve iddiaların nasıl olması gerektiğine dair görüş ve önerilerimi,katkımı sunmak istedim.Metni gönderen arkadaş,bu metnin son hali.Görüş ve önerilere artık kapalıyız,deyince,doğrusu ben kendi açımdan bunu ahlakî ve insani bulamadım. Sonra güvendiğim başka bir arkadaşımla daha bu metni konuştum.O da metnin artık değişemeyeceğini belirtince, ben de görüş ve katkılarıma kapalı bir metne imza atmam,diyerek konu hakkındaki görüşlerimi onunla paylaştım. Ardından metnin son halini ve imzacıları da medyada görünce, metindeki çelişki ve eksiklikleri paylaşma ihtiyacı duydum.Bu yazı bu yüzden kaleme alındı.

Önce metnin daha doğrusu,bu çağrının niçin anlamlı olduğuna dair bir iki söz edelim.Sonra metindeki çelişki ve tutarsızlıklara dair görüşlerimizi açıklarız.
Bu çağrı anlamlıdır.Çünkü son yüz yıldır,Kürt,Kürdistan meselesine dair söylemleri hep devlet ve hükümet yetkilileri kurar ve kurduğu sözlerde de,hep böyle bir meselenin yokluğuna dair hüküm kurar.Kürtlerin bir millet olmadığını ve bu milletin meşru bütün hakları dahil, her şeyi toplar,toparlar bir “Terör” etiketî içine tıkar,akli,vicdani,ahlaki hiç bir çözüm önerisi ortaya koymadan,çürümeye terk edip bırakır. Ya da ortaya bir takım söz ve vaadler atar.Ama o söz ve vaadlerden hiç birisinin gereğini yerine getirmeden,meseleyi zamanın unutkanlığının insafına bırakır.Ona teşne bütün sağ,muhafazakar kamu oyu da, buna adeta bir çeşit iman ederek ,aynı besteyi çalar ve bir süre sonra da hep birlikte susarlar.
Ya da silahsız,silahlı kimi Türk sol,Kürt sol örgüt ve partileri bu meseleyi doğru ya da yanlış bir söylem ve pratiklerle dile getirirler ama kimse onları ciddiye ve kale almaz.
Dolayısı ile bu meselenin doğru yanı,özü ve hukuku topluma bir türlü mal edilemez.Bu meselede bunca yıldır devam eden can yakıcı,ağır bir inkarın ve çözümsüzlüğün asıl temelinde hep bu yatar.Ta ki adına terör denen olgu herkesin-Kürtlerin de,Türklerin de canını çok feci bir şekilde yakana kadar…Bundan terörü olumladığımız anlaşılmasın.Galiba bir müsibet bin nasihattan daha öğreticidir,hükmü tecelli etti.
Hasılı kelem,bu meselenin bu ülkede yaşayan Kürt-Türk, bütün herkese ekonomik ve sosyal malîyeti gün gibi ortadadır.Ancak bunun asıl ve en büyük mağduru ise, yine ne yazık ki Kürtlerdir.Çünkü yüz yıldır en çok ölü,yaralı,hapis,zorunlu göç,köy ve mezraların yakılıp,yıkılıp boşaltılması ,kasaba ve şehirlerin ağır silahlarla darma dağın edilmesi,hendeklerin yarattığı facia hep Kürtleri bulmuştur.Yüz yıldır,dili,kültürü,tarihi,kimliği yasaklanan,hükümranlık hakları ellerinden alından.Bir kaç nesildir artık çocuklarını kendi dilleri ve kültürleri ile büyütemeyen hep Kürtler olmuştur.Kendi vatanları olan Kürdistanın fiili ve hükmi olarak ortadan kaldırılan,bunun ağır ceremesini çeken yine Kürtler olmuştur.Ama bu facianın toplam bir ceremesi olarak doğan toplumsal,ahlakî,vicdani bir çürümeyi artık bu ülkede yaşayan herkes yaşıyor.Ve bu topraklar artık bu çürümeyi kaldıramayacak bir hale geldi.Hal böyle olunca herkeste bir panik havası başladı.
Olaya bu açıdan baktığımızda bu çözüm çağrısının,bu ülkenin ve burada yaşayan bütün toplumların dindar-muhafazakar kesimlerinden gelmiş olması anlamlıdır.Eksik ve çelişkili ifadelerle dolu olsa da, anlamlıdır,değerlidir.Bundan yola çıkarak,bu ülkedeki Türk-Kürt toplumunun ana çoğunluğunun artık kalıcı bir barış özlemini çektiği şeklinde,bir okuma yapılabilir…
Bu çağrı metnindeki çelişkilere gelince: Çağrıyı kaleme alan akıl, Kürt Kürdistan meselesi ile ilgili daha ilk cümlede bir tanımlama yapmaya çalıştığı anda deyim yerinde ise, en hafif bir ifade ile adeta çuvallayarak giriş yapıyor:
“geçtiğimiz yıl içerisindeki Gazze merkezli çatışmaların da etkisiyle, yaşadığımız bölgedeki siyasal durum derin bir sarsıntıya uğradı…”
Ondan hemen sonra adeta kendi kendini tekzib ediyor.Çünkü : “Sömürgecilerin Birinci Dünya Paylaşım Savaşı akabinde bu bölgedeki gerçekliğe uyumsuz olarak belirlediği siyasal haritanın en büyük mağdurlarından birisi olan Kürtleri de içine alacak bölgesel bir barışın ve özgürleşmenin imkânı doğdu.”
Bu iki cümleden,mekan ve zaman mevhumunu da dikkate alıp bir sebep sonuç ilişkisi çikarımını yaparsak,hangisi doğru olur acaba? Böylesi bir ikilem ve tutarsızlıkla karşı karşıya kalırız. Çünkü,birinci dünya savaşı ve Kürdistan haritasının 5-6 parçaya bölünmesi 1919-20’lerde başladı. Arap-İsrail Savaşı 1948’de başladı ve israil kuruldu.Gazze Sarsıntısı 2024’te yaşandı.Buradan bir Kürt barışı,hangi gerekçe ile ve nasıl doğdu? Bunu akıl sahiplerine bırakalım.
İkinci ve asıl bir tutarsızlık ise şudur: ”Bölgenin dört ülkesine dağılmış Kürt nüfusunun bulunduğu her ülkede tâbi tutulduğu baskı, ayrımcılık, ötekileştirme ve hatta yok sayma.Kürt halkının bu tip bir tutuma maruz bırakılmasının en büyük sebebi ise ulusal bir devlet çatısı altında bulunmayışının ötesinde, yaşadıkları ülkelerin demokratik ve insan haklarına duyarlı yönetimleri haiz olmayışıdır.”
Şimdi bu cümleyi,farklı milletlerin sahip oldukları haklar açısından ele alalım.Parçalanan Kürdistan ve Kürt toprakları,parçaların büyüklüğü itibarî ile hali hazırda Türk,Arab,Fars,Rus, Ermeni,Azeri devletleri arasında bölüştürülmüş durumda.Bunu kimler yaptı,kimler böyle olmasını istedi,o ayrı bir tartışma konusu. Biz şuna bakalım. Eğer o günden bu yana Kürtlerin de bu altı parçayı bir arada tutabilen müstakil bir devletleri olsaydı,bu mesele bu kadar dram ve trajedî üretirmiydi acaba?
Asıl sorun şu.Varsayalım ki,bu devletlerin tümü yer yüzünün en adil, merhametli,ahlaklı ve en demokratik bir yöntemi ile bu parçalı Kürtleri yönettiklerini kabul edelim.Peki nerede kaldı,Kürtlerin en az 5.000 yıldır, üzerinde yaşadıkları topraklarının hükümranlık hakları? Nerede kaldı,günümüzde herkesin bayraklaştırdıkları ”Bir milletin ülkesi ve milletî ile bölünmez,parçalanamaz ilkesi ”?
Ve belki de en tuhafı,bu metni hazırlayanlar ve altına imza atanların dini kabulleri ve dini hüküm açısından olaya baktığımızda, Allah’ın net bir sözü olan Kurânda, çok dillendirilen olan şu ayet var:
“ Ey insanlar, Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.” Hucurât Suresi 13. Ayet.Diyanet işleri mealî (eski)

Şimdi bu ayete göre:
1.Kürtler,kendi toprakları üzerinde bir şekilde hükümranlık sürdürmeye çalışan milletler kadar onur ve haysîyet sahîbi bir millet olamıyor mu ki,bu meşru hakkından mahrum bırakılıyor? Bir veya bir kaç millet için meşru ve helal olan bir şey, diğer milletler için neden helal olamıyor? Bu açık bir çelişki değil midir? Bu algıyı kim oluşturuyor? Kurânın kendisi mi,yoksa sözüm ona Kurâna çok bağlı olduklarını iddia edenler mi?
Örneğin; bu gün nüfusu 400-500 bin civarında olan KKTC’nin, bu hakları kazanması için verilen çaba,Ortadoğudaki nufusları 60-70 milyonu bulan,belki de aşan Kürtler için, neden akla bile getirilmek istenmiyor?
2.Bu bağlamda Kürtleri, bu meşru haklarından mahrum bıraktıran asıl sebep nedir?
3.Kürtlere din kardeşimiz diyenler,hangi meşru gerekçe ile onları en meşru haklarından bile mahrum bırakabiliyorlar?
4.Kürtleri bu haklarından mahrum bırakanların dini,hukuki ve siyasi terminolojideki sıfatları ne oluyor?
5.Bu hak gaspının altına imza atıp onaylayanların hal ve konumları ne oluyor?

Bu metindeki diğer bir çelişki de şudur.Kürtlere ve bölgeye barış imkanını doğuran asıl sebep nedir? Kimdir? Esat Diktatörlüğünün çöküşü mü? Yoksa ortada gizlenen çok daha farklı şeyler mi var? Eğer Esat olayı,doğru kabul ediliyor ise aynı şey, neden Irak Diktatörü Saddamın çöküşü ile doğmadı? Iraklı Arap Saddam,Suriyeli Arap Esad’tan daha güçlü bir Diktatör değil miydi? Esad’ın, Saddam’ın, İran’ın ve diğer hem cinslerinin, Kürtlerin ve diğer mazlumların meşru haklarının gasplarına yönelik barbar pratikleri arasında ne gibi farklar var?
Diğer uç bir çelişki; bu barışın sahibi, organizatörü daha da önemlisi garantörü kim ya da kimlerdir? BM mi, AB mi, İslam İşbirliği Teşkilatı mı, Arap Birliği mi? ABD, Rusya, İngiltere, Türkiye ya da İran mı?
Dünyadaki bütün çatışmalı bölgelerin çözüm şekilleri ve stratejileri ortada duruyor.Bu barışın söylemi ve çözümüne arka çıkan dünyaca kabul görmüş hangi meşru güç var? Bu projenin Garantörlüğünü kim üstleniyor? Sahada var mı öyle bir güç? Varsa kim, nerede?Bu garantör Kürtleri diğer milletler ile eşitlemek için masaya neleri getiriyor?
Eğer denilse ki, bu meselede kavgalı taraflardan güçlü olan garantör olacak, o zaman bizim Rusya ve Ukrayna’nın ya da İsrail ve Filistinlilerin, ya da daha da ucube olanı, Suriye’de çatışan bütün örgüt ve tarafların,ortada garantör bir güç veya üçüncü bir göz olmadan, kendi kendilerine barışacaklarına da inanmamız gerekecek. Oysa iddia edilen bu afaki pratik, dünyadaki hiçbir barış pratiğine uymadığı gibi, akıl ve mantığa da uymuyor.

Şimdi biz bu kadar argumanı alt alta sıraladığımızda, korkarım ki,inşallah birileri bizi de barış düşmanı falan ilan etmez. Ama galiba bizim barıştan anladığımız ile birilerinin anladığı çok farklı şeylerdir.Biz barıştan herkesin eşit haklar ile yan yana ve onurlu bir yaşam kurmalarını anlarken,birileri ise birilerinin sadece kayıtsız şartsız bir itaat ve biatları olarak anlıyor,dersek umarım yanlış anlaşılmayız…
Bütün insanlığın kalıcı bir barış ve huzuru için yüce Allah, bir rivayete göre 124 bin peygamber göndermiştir. Kurân’da isimleri geçen ise 25-28 arasıdır. Bütün bu peygamberlerin hepsi, dünyada barış ve huzurun hakim olabilmesi için Müslüman olan olmayan bütün din ve mezhep mensuplarından. Hiçbir din ve mezhebi olmayanlardan, hatta bir Allah inancı olmayanlardan bile, bunun için olmazsa olmaz üç temel şey istiyor:
Temiz bir vicdan. Dürüst bir ahlak ve herkesin, her şeyin hak ve adaletini düzgün bir şekilde dağıtan bir hukuk sistemi…Bu bağlamda hiç kimse hiç kimsenin hiç bir hakkını gasp etmeyecek. Hiç kimse, diğerinin hiçbir şeyini küçümsemeyecek. Hiç kimse kimseye hiç bir şeyi zorla dayatmayacak…
Molla Camî der ki: İnsanların idaresinde dinsiz bir adalet, adaletsiz bir dinden evladır,der. Vicdanları temiz ilim insanı ve filozofların çoğu, Devletlerin dini Adalettir, derler.
Aşağıdaki satırlar benim, metin yayınlanmadan önce,arkadaşlara önerdiğim hususlardır.
Benim tarafı olduğum,onayladığım bir barış, herkes için gerçek ve dürüst bir adalet ile taçlanan bir barıştır. Çıkarları gereği bugün anaları çok basit bazı şeyler ile avutup, yarın tekrar ağlatmayan kalıcı ve gerçekçi bir barıştır.
Tarafı olduğum barış,Kürtlerin de Türk-Arap-Farslar kadar eşit statü, eşit haklar çerçevesinde, Kürdistan’ın bu statüde Kürtçe olarak tanımlanıp, Kürtçenin bu üç milletin mensuplarının sahip olduğu özgürlükler kadar yaşamın bütün alanlarında hayat bulduğu.Kürtlerin de bir meclisleri, Kürt yöneticileri, valileri, bütçelerinin olduğu, yerel ve genel güvenliklerini Kürtlerin sağladığı. Tıpkı AB modeli gibi bir modelin somut olarak hayat bulduğu, adaletlerine güvenilen garantörlerin masada olduğu. Gerçekten de dürüst, adil ve güvenilir bir barış çağrısına imza atarım.
70 milyonluk bir nüfusu olan Kürt milletinin meşru haklarını artık bu saatten sonra hiç bir ayak oyunu,içi boş hiç bir kardeşlik masalı tukaka edemez.Bu milletin canı, kanı,onuru, malı boş yere çok fazla heba edildi. Dinde de,insanlığın meşru bütün hukuklarında da Hak,Adalet,Dürüstlük ve Güven esastır. Çünkü,şu gaddar dünyada Kürt milleti kadar canı yanan, asırlardır hakları yenilen başka bir millet yoktur.
Benim barış metnimde, barış somut veriler,talepler ve kabuller ile gerçekleşir. Bu metin kendi içinde çelişiyor ve çok muğlak,yuvarlak ifadeler içeriyor. Bana doyurucu gelmiyor,yeteri güveni vermiyor. Ben böyle bir metni, bu haliyle imzalamam.Bu durum,benim barıştan yana olmadığım anlamına gelmez…
Barışın elçileri toplumun mağdur kesimlerinin çoğunluğunu dürüst,açık ve şefaf veriler ile ikna etmekle mükelleftirler.Yoksa onların bu uğraşları ekabir gaspçıların değirmenine su taşımaktan öteye gidemez…
Bilirsinizki ben size güveniyorum.Ve olaya hiç bir ön yargı ile de bakmıyorum.Ama bu metin cidden çok muğlak,yuvarlak ve çelişkili ifadelerle dolu.Hepsini konuşmamız çok uzar. Bu metni daha gerçekçi bir muhtevaya kavuşturun. Tarihsel bir belge ünvanını kazansın.
Ben artık şu halkların ve ümmetin, ayakları havada, içi boş, riyakarca bir kardeşlik edebiyatından cidden çok tiksinir bir hale geldim.
Ben bir insan,bir kürd,bir müslüman olarak,bu coğrafyada bir Türk,bir Arap ve bir Fars hangi haklara sahip iseler,ne eksik ne fazla, aynısını istiyorum. Bu değerlerime saygı duyan bir barış ikliminden yanayım. Ben bir Medine dilencisi falan değilim.Bana bunları çok gören hiç bir girişimi kale bile almam.
Son olarak ben, Kürt meselesi ve çözümüne dair görüşümü daha net ve ayrıntılı olarak bu yazımda dile getirmişim.:

Hepimiz için güzel yarınlarda gerçek bir barışa uyanmak ve kavuşmak umuduyla…

10.02.2025/ Diyarbakır

Barışa Dair Anlamlı Ama Yetersiz Bir Çağrı
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

H24 Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin