1. Haberler
  2. Dünya
  3. Lauren Booth:Kültürlerimizi Kirleten Zehirli Moderniteden Geliyor. 

Lauren Booth:Kültürlerimizi Kirleten Zehirli Moderniteden Geliyor. 

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

2010 yılında Müslüman olan Lauren Booth yazar, gazeteci, aktivist ve başörtülü bir kadın olarak önemli bir portre. Bu sıfatlara sahip bir Müslüman kadın olarak olarak 13 yıllık tecrübenizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Yaşadığınız zorluklar ve fırsatlardan bahsedebilir misiniz?

Benim için çıkış noktası dinimizdeki yükümlülükleri gerçek başarının önünde asla bir engel olarak görmemektir. Gerçek başarının ölçütü Yaratıcı’nın eylemlerimizden duyduğu memnuniyettir ve bunu hayatın nihai bir varış noktası değil; ebedî mutluluğa giden bir rota olduğunun farkında olmaktır. Bu zihniyetin bana sunduğu fırsat, Müslüman olduğum için ana akımdaki konumumu kaybettiğim göz önünde bulundurulursa, zorlukları bir bedel ödemek ya da “tanınmış” olmanın bir aracı olarak görmekten ziyade kendi kelimelerimle “daha iyinin” peşinde olmayı sağlamasıdır. İslam’ı kabul etmemin ardından gelen maddi sıkıntı ve alay konusu olma dönemleri, Allah’ın inayetiyle bende, hakikatin taraftarı olmak ve kısa vadeli kazançlar için asla ve asla inanç gerekliliklerini tartışmaya açmama konusunda bir direnç ve kararlılık inşa etti.

Bir gazeteci olarak Batı medyasının lanse ettiği Müslüman kadın algısını yakinen tecrübe ettiniz. Sizce İslam dünyasında Müslüman kadın baskılanan, örselenen bir durumda mı? Eğer öyleyse bunun kaynağı İslam mı yoksa başka gelenekler mi?

Genç kuşak Müslüman kadınlar tarafından benimsenen kadınlığa dair fikirlerin kökleri Kur’an’dan ve İslam’dan değil; kültürlerimizi kirleten zehirli moderniteden geliyor.  Sömürgeci yönetimler zamanında Batılı hükümetler ve misyoner okulları Müslüman topraklarda kadınlıkla ilgili kendi inançlarını dayattı. İngilizlerin Bangladeş ve Pakistan dahil olmak üzere Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyayı işgal ettiği Victoria döneminin anlatısı olan “kırılgan ve zayıf” kadın fikri, sahabe hanımlardan Safiyye bint Abdulmuttalib’in savaştaki cesaret örneğiyle açık bir çelişki halindeydi. Müslümanların tarih kitaplarının eğitimden kaldırıldığı, medreselerin kapatıldığı ve İngiliz-Ortodoks hayatının yerel kültürlere yerleştirilmeye çalışıldığı bu dönemde Müslüman kadınların kamusal ve siyasi alanlarda sınırlandırılan, “görülmez ve duyulmaz” hâle geldiği bir kadın fikri yaratılmaya çalışıldı. Aynı zamanda kadınların, özellikle Müslüman kadınların cinselliğini ön plana alan bir algı yaratıldı. Oryantalist bakış açısıyla yaratılan “Hareme” dair kadınların dışarıdan soyutlanıp gündelik sıradan işlerle meşgul olduğu bir yer olduğu imaj çizildi. Ancak İstanbul’da gözümüzde sıradanlaşan pek çok muazzam mimari eserin arkasında valide sultanlar, sultanların eşleri ve kızları var.  Bu kadınlar aynı zamanda Kâbe’ye ve Mescid-i Aksa’ya da birçok hizmette bulunmuş.

1950’lerde peçe, Cezayir’in Fransız sömürge yönetimine karşı verdiği bağımsızlık savaşında önemli bir rol oynadı

1950’lerde peçe, Cezayir’in Fransız sömürge yönetimine karşı verdiği bağımsızlık savaşında önemli bir rol oynadı. Sömürgecilik karşıtı entelektüel ve psikiyatrist Frantz Fanon, Ceyzayir’deki Fransız sömürge doktrinini şöyle tanımlıyor: “Cezayir toplumunun yapısını çözmek ve direnme kapasitelerini yok etmek istiyorsak her şeyden önce kadınların fikir dünyasını fethetmeliyiz”. Fanon’a göre sömürgeci gücün, kadınları Avrupa “normlarına” kazandırmadan Cezayir’i ele geçirmesi imkânsızdı. Kadınlar bugün olduğu gibi örtünmekten utandırıldı, kamusal alandaki farklılıklarımızın bizi daha açık giyinen “özgür” Batılı kadınlara kıyasla geri kalmış ve değersiz hissettirildi. 1958’de Cezayir’in bağımsızlık savaşı sırasında, ülke genelinde kitlesel “açılış” törenleri sahnelendi. Ancak tarihçiler daha sonra, bu törenlere katılan bazı kadınların daha önce hiç peçe takmadıklarını ya da bazılarına ordu tarafından katılmaları için baskı yapıldığını ortaya koydu.

Bu Müslüman kadın kuşağı, hâlâ, bozuk batılı modellerden ya da Nebevi hassasiyet ve terbiyenin yozlaşmış bir versiyonu olan doğu normlarından sıyrılarak İslam’ın esaslarına göre özgürleşmenin mücadelesini vermektedir.

Müslüman toplumlarda genel olarak kadınların sosyo-politik hayata katılımının son dönemlerde artışa geçtiğini görüyoruz. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kadınların sosyo-politik ve ekonomik hayattaki aktifliğini sağlamak için neler yapılabilir?

Bu sorudan önceki nesillerde kadınların sosyo-politik ve ekonomik hayata katılıma kendi isteklerinin olmadığı gibi bir anlam çıkarılabilir. Asıl soru, ilk Müslüman topluluktan beri ümmetin belli bölgelerinde Müslüman kadınların neden kademli olarak öneminin azaldığıdır. Bu tür sorular sormanın kadınlar olarak bizde, Batılı toplumsal adetlerin kadınlara “yerimizi alma” konusunda daha agresif olmamız gerektiğini söylediği tepkisel bir dürtü yaratabileceğinin farkında olmalıyız. O halde ihtiyaç duyulan şey, sesimizin duyulabileceği ve fikirlerimizin hayata geçirilebileceği daha fazla alanın açılmasıdır. Şahsen, benim maişetimi sağlayacak bir eşim olduğu için, ben sosyal projeler, hayır işleri ve gücüyle topluma yön veren kadınların evdeki çalışmalarına oldukça önem veriyorum. Toplumu değiştirmenin birden fazla yolu vardır. İş dünyasını tecrübe edinmiş biri olarak, bunu kadın aktivizminin prototipi olarak görmüyorum. Kendi alanınızı keşfedin kardeşlerim! Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in çağrısını kulak verelim:

Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîleridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir. (Kur’an 10:71)

Müslüman kadınların hakları ve sosyal hayattaki varlığı bazı kesimler tarafından feminizm ile ilişkilendirilebiliyor, öyle ki İslami feminizm adlı bir kavramdan bahsediliyor. Bu kavram kargaşasında Müslüman kadınların durması gereken yer sizce neresidir? Müslüman kadınlar patriarchy ile feminizm gibi iki seçenekten birini seçmek zorunda mı?

İslami feminizm, “Siz kimsiniz? Değerleriniz neler?” gibi soruların İslami tarafına cevap vermiyor. İslami feminizm gerçekliğimizin Batılılaştırılmış bir versiyonunu talep ederken arka planda “ne yaparsanız yapın yeterli olmayacak” mesajını da veriyor. İnsalığın ilk annesi ve babası Adem ve Havva’nın ümmeti olarak Müslümanlar ve diğer bütün insanlar küresel bir ailenin kardeşleriyiz. Toplumsal cinsiyet ideolojisinin zehrinden içerek, yaratılmışların en şereflisi olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v) “yanlış” kampa dahil ediyoruz. O bir erkek olarak bütün inananların lideridir. Bunun karşısında tutup “Kadın lider niye yok?” diye sormak abesle iştigal etmektir.

Sachiko Murata, The Tao of Islam: A Sourcebook on Gender Relations in Islamic Thought başlıklı kitabında, Müslüman dünyanın çeşitli yerlerinde görülen kadın düşmanlığına rağmen İslam kozmolojisinde ne erkeğin ne kadının birbirine yüceltilmediğini söyler. İslam’da kadın ve erkeğin her ikisinin rolü temel ve tamamlayıcıdır.

kaynak platform dergisi

Lauren Booth:Kültürlerimizi Kirleten Zehirli Moderniteden Geliyor. 
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

H24 Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin