1. Haberler
  2. Dünya
  3. VİCDAN ZORBALIĞA KARŞI

VİCDAN ZORBALIĞA KARŞI

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala


İnsanlık tarihi zulme başkaldırı tarihidir. Habil ile başlayan mücadele, İbrahim’in Nemrut’a, Musa’nın Firavun’a karşı başkaldırısı şeklinde günümüze değin tüm nesiller boyu devam ede geldi.
Orta Çağ engizisyonuna karşı tarih sahnesinde yerini alan Sebastian Castellio’nun başlattığı hakikat arayışı devlete ait olması gereken tüm gücü tekeline alan, her söylediği kanun gibi uygulanan ve insanları diri diri yaktıran Calvin dini tiranlığına başkaldırıdır.
Firdevsi’nin Şahname’sinde geçen mitolojik kahraman Demirci Kawa’nın (Kawaye Hesinkar) zalim Azhi Dehak yönetimini ortadan kaldırması, günümüzde bayram olarak kutlanan bir başkaldırı örneğidir.
Zaman içinde insanlık, hukuk devletini inşa etmiştir. Çağdaş hukuk devletinin temeli, adalettir. Onun içindir ki mahkeme salonlarında “adalet mülkün temelidir” yazar. Ve “devletin dini adalettir” denilmiştir.
Batı’da 18. Yüzyıldan itibaren modern düşüncenin gelişmesiyle “tabii hukuk, gücün sınırlanması, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı” gibi felsefi düşüncenin eseri olarak hukuk kurumları gelişirken Doğu’da zulümler ahlaki olarak kınandı, adaletin övülmesiyle yetinildi.
Adalet, hukukun herkese eşit uygulanmasıdır. Adalet, hukukun yalnızca iktidar yanlıları lehine çalıştırıldığı bir düzenle çelişir. İktidara göre şekillenen bir obje değil, karşı tarafı cezalandırma aracı hiç değil. Haksızlığa, yanlışa karşı durandır. Yurttaşı koruyan adalettir. Adalet birlikte yaşamın teminatıdır. Halkın güvenliği ona bağlıdır.
Halkın hafızasında yer edinmiş hak-hukuk-adalet üçlemesinin manası; hakkın hukukla korunması güvence altına alınmasıdır. Bireyden başlayan hukuk güvencesinin tüm topluma yayılma halidir. Hukukun seni senden daha çok gözetmesidir.
Hukuk devleti, hem hukukun temelinde bulunur, hem de hukuka boyun eğer. Mahkeme salonları sonucu çoktan belirlenmiş senaryoların sahnesi değil, hakikatin, gerçeğin ortaya çıktığı yerlerdir.

  1. Yüzyılda İngiltere’de, liberal tarihçi Lord Acton, denetlenemeyen ve dengelenemeyen gücün mutlak yozlaşacağını ifade eder. Gücün sınırlanmasını doğru bulmayan Protestan Başpiskopos Mandell Creighton’a hitaben yazdığı mektupta: “Sizinle aynı görüşte değilim. Ahlaki standartlar herkese, siyaset ve din adamları da dahil, herkese uygulanmalıdır… Çünkü kimde olursa olsun, güç yozlaşmaya eğilimlidir, mutlak güç mutlak yozlaştırır” der.
    Yazının girişinde belirtilen başkaldırı tarihi, aynı zamanda bir hukuk savaşı tarihidir. Kurdukları düzen içinde sahip oldukları mutlak gücü, muhalifleri bertaraf etmek için kullanırken gücün geçiciliğini düşünmezler. Güç sarhoşluğu, rüzgârın hep aynı yönde eseceği düşüncesini yerleştirir. Kurdukları zulüm düzeninin ilelebet devam edeceğini düşünürler. Ama tarih rüzgârın aniden yön değiştirdiğine pek çok kez tanıklık etmiştir. Hayatının zirvesindeyken dramatik sonla karşılaşan binlerce muktedir vardır.
    Hiçbir güç kalıcı olmadığı gibi, halk da ebediyen sessiz kalmaz, kalamaz.
    Tarihin karanlık sayfaları, ele geçirdiği gücü kendi ve ailesinin bekası için halkının aleyhinde kullanmaktan çekinmeyen yöneticilerle doludur. Bu yöneticiler, ne olursa olsun, kendilerinin ve ailelerinin çıkarlarını diğer insanların çıkarlarından daha üstün tutarlar.
    Bu yöneticilerin daha bir dizi ortak özellikleri sıralanabilir.
    Kendilerini vazgeçilmez sanırlar, lükse düşkünlükleriyle tanınırlar, saraylarda yaşarlar. Acımaz ve vicdansızdırlar, eleştiriye tahammülleri yoktur, çok fazla yalan söylerler; sanatı, doğayı ve hayvanları sevmezler, hatta insanı sevmezler. Ve en önemlisi, cehaletten ve dinden beslenirler. Kendilerini dokunulmaz görürler. En basit bir hak arayışı veya protesto gösterisini darbe teşebbüsü gibi değerlendirip şiddet yolunu seçerler.
    Toplumsal uzlaşıyı, halkın sağduyusunu zayıflık olarak algılayan totaliter yönetimler ülkelerini felakete sürüklerler. Tarih bilincinden o kadar yoksunlar ki kaba kuvvetle, zorbalıkla ilelebet hüküm sürebileceklerini zannederler.
    Toplumsal rıza üretmeyen iktidarlar ayakta duramazlar.
    Oysaki siyasi tarih mezarlığı, kendini yenilmez sanan liderlerle, yıkılmaz gören rejimlerle dolu. Nice kudretinden sual olunmaz lider aynı kaçınılmaz sonu yaşadı.
    6 milyonu Yahudi olmak üzere 75-80 milyon insanın ölümünden sorumlu olan Hitler, sevgilisiyle birlikte intihar etti.
    Müslümanların 3. Halifesi Osman bin Affan’ın sonu eski Yahudi mezarlığı oldu.
    Velit b. Yezit, tıpkı Hz. Hüseyin gibi başı mızrağın ucuna takılarak Dımaşk mescidinin merdivenlerine asıldı.
    Emevilerin son halifesi Mervan b. Muhammed, Abbasi askerleri tarafından öldürülüp başı Şam’da sergilendi.
  2. Abbasi halifesi Halife Mustain Billah, Dicle nehrinde boğularak katledildi. Başsız ve kefensiz bir şekilde sokağa bırakılan Halife Muktedir Billah’ın yanı sıra kör edilerek Bağdat sokaklarında dilencilik yaptırılan Halife Kahir Billah gibi hayatı dramatik sonla biten halifelerden bir kaçıdır.
    Asya’ya hakimken kendine gömülecek mezar bulamayan Sultan Aladdin Harizmşah, yarı çıplak cesedi sokağa bırakılan Memluklerin kurucusu Şecerüddür, cesedi çöplüğe atılan Memlük Sultanı Farac, oğlu 4. Mehmet tarafından boğdurulan Osmanlı Sultanı İbrahim ve çığlıkları umursamadan diri diri mezara konulan Osmanlı Sulatanı I. Mahmut’u hatırlamakta yarar var.
    Yakın tarihte Halepçe kasabı olarak anılan Saddam Hüseyin saklandığı bir çukurda yakalanıp bir Kürt yargıç tarafından idam cezasına çarptırıldı ve ABD askerlerince asıldı.
    Halkına lağım faresi diyen Libya lideri Muammer Kaddafi bir lağım çukurunda halkı tarafından linç edildi.
    Hukuk sopa olarak kullanıldığında sadece muhaliflere değil sopayı elinde tutanlara da zarar verir.
    Elbette bir hukuk devletinde herkes yargılanır. Esas olan adil yargılanmadır. Yargı sadece muhalifler için devreye giriyorsa orada adaletten söz edilemez.
    İktidarın bekası adına yasalar değiştiriliyorsa, orada meşruiyet sorunu vardır. Hukuk normu toplumun adalet duygusuna hitap etmiyorsa, o yönetim aracına dönüşür.
    Sorgulamamız gereken, bir zamanların ümidi olan ve gerçekten de iktidara sahip olduğu ilk yıllarda herkesin sevdiği, ümit bağladığı bir liderle ilgili algıyı tam ters yönde bu kadar dönüştüren şey nedir?
    Dahası, köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve amacı tüm insanlar için adil ve hakkaniyetli bir toplum yaratmak olan biri, nasıl olur da gücü eline geçirdikten sonra milyonlarca insanın ölümüne neden olur? Tarihte bunun örneği çokça vardır.
    Gezegenimiz, iktidara yürüyüş serüvenleri ile final çizgisinin çok farklı sonuçlandığı liderler arenasıdır.
    Günümüzde dahi birçok ülkede gücün neredeyse tamamının tek bir kişiye ait olduğu yönetimler mevcuttur.
    Economic Intelligence Unit (EIU) tarafından hesaplanan Demokrasi İndeksi, dünyadaki her bir ülke için seçim süreçleri, çoğulculuk, hükümetin işleyişi, insan hakları gibi kriterlerin baz alındığı ölçümlere göre şu an dünyadaki ülkelerin sadece %12,6’sı için tam demokrasi denilebiliyor. En büyük yüzdelik dilimi otoriteryen rejimlere ait. Dünyadaki ülkelerin %35,3’ü gücü elinde toplamış bir lider tarafından yönetiliyor.
    Dünyanın birçok yerinde otoriter yönetimlere karşı barışçıl protesto gösterileri yapılıyor. Bunları isyan şeklinde değerlendirip şiddetle bastırmak, çiçeğe karşı cop kullanmak, sağlıklı sonuç üretmez. Ilımlı yaklaşım uzlaşma zemini yaratabilir.
    Barışçıl protestolar bir nevi sivil itaatsizliktir. Amaç şiddete başvurmadan mevcut düzeni sorgulamak. Bu protestoları bir işaret fişeği olarak görüp hukuk dışı politikaları hukuk zeminine çekmek gerekir.
    Daha adil bir düzen talebi, bozgunculuk olarak nitelendirilemez.
    Saraçhane’de sokaklara çıkan gençlerin büyük bir bölümünün parti aidiyeti yok. Onlar geleceklerinden endişe ettikleri için sokaktalar. Bir kısmı Tayyip Erdoğan, Belediye Başkanlığından haksız bir şekilde alınıp Pınarhisar cezaevine gönderildiğinde Saraçhane’de onu uğurlamaya gelen insanların çocuklarıdır. Mülakat sistemi ve torpil geleceklerini çalıyor, yok ediyor. Diplomalarının bir önemi olmadığını görüyorlar. Tüm devlet kurumlarının partili militanlar tarafından doldurulduğunun farkındalar. İtirazları sosyal eşitsizlikleredir. Ülkedeki anti-demokratik atmosferden etkilen gençlerin düşüncelerini özgürce ifade edemeyişe bir itiraz olarak görmek gerekir. İtaat kültüründen çok itiraz kültürüne sahip olan gençlerimizi heba etmemeliyiz ki çoğunun politik bir kimliği yok.
    Gençliğin protestosu, adaletin ve özgürlüğün savunulması adına bir nevi bireysel direniştir.
    Ancak firmaları hedef alan boykot çağrısı (Genel boykot çağrısı, alışverişi erteleme hariç) barışçıl gösterilerin kapsamında değerlendirilemez. Güney Afrika’da Apartheid rejimine karşı başlatılan ve 35 yıl süren şeftali, kiraz, muz, sigara ve birçok ürünü kapsayan boykot başarılı olmuştur ancak otoriter yönetim ile Apartheid rejimi aynı kategoride düşünülemez ve boykota konu olan şirket sahipleri yönetimin bir parçası değil.
    Gençlerin yeri hapishane değil okullarıdır.

VİCDAN ZORBALIĞA KARŞI
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

H24 Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin